Genellikle düşüşler söz konusu olduğunda, dibe vurup dipten döneceği varsayılır. Bu varsayım, dip denen noktanın son olduğunu kabul eder. Sorun toplumsal olduğunda, benzerlerin aynı zaman dilimi içinde düşmesi söz konusudur. Ancak farklılıklar aynı zamanlı olmadığı için her şey bir anda olup bitmez. Tıpkı bir akar gibi, kayıpları başka kayıplar izler. Düşüş devam ederken bazı unsurlar akışı terk eder. Bu terk halleri yığınsal olmadığı sürece pek dikkate alınmaz. Dahası, süreç yığınları ağır ağırda olsa alıştırır. “Kurtlukta kanundur, düşeni yerler” vurgusu bu duruma uyarlanırsa; düşenin sesi çıkmaz, ayakta kalanlar ise haline şükreder(!) Hal böyle olunca, düşüşün sürekliliğinden söz edilebilir ki, işte bu bir dipsiz düşüştür(!) Orta sınıf yok olurken beraberinde demokrasiyi, girişimciliği, tasarrufu ve liyakati de götürür. Az yoksullar tam yoksul ve çok yoksullarda yok olmaya sürüklenir. Kayıplar bir kesimin servetine servet katar! Ancak bu oluşum sonsuz değildir ve kaynaklarla sınırlıdır. Fakat bir noktadan sonra soğurulacaklar azalır bu kez rota birlikte olanların zayıflarını hedef tahtasına koyar. Büyükler, kendilerine öykünen mafyacıları yemeye başlar(!)
Emeği ile geçinenler açısından, yetersiz ücretler fiyat artışlarına yetişemez. İnsanlar tüketim tercihlerini değiştirmek zorunda kalırlar. Artık tercih değil, zorunluluklar belirleyici olur. Çocuklar ve gençler umudumuz ve geleceğimiz iken; çocuklar sağlıklı olarak beslenemez ve gençler ülkeyi terk etmek için yollar arar. Aslında bu, ülkenin geleceksizliğidir. Aklı başında birileri mutlaka bu kötü gidişe dur demelidir ve hepimiz bu doğrultuda oluşacak çabaya omuz vermeliyiz! Bu ülke bizim ülkemiz…
Yaşadığımız sorunların çok büyük bir bölümü paylaşımdan kaçınıldığı için yaşanmaktadır. Yani, yaşadığımız sorunlar adil ve eşit paylaşımı geçin, hiç paylaşmamaktan kaynaklanmaktadır. Paylaşmak söz konusu olduğunda, paylaşılabilecek bir değerin olması gerekir. Bu değerler varlıklar ve onların getirileri olabilir. Örneğin; ticareti ele alalım. Ticaret için mal veya hizmetin üretilmesi gerekir. Temel olan bu malların ülkemizde üretilmesidir. Üretim ortamlarına pozitif olarak yaklaşılmaz ise; doğrudan değil ama dolaylı olarak üretim engellenmiş olur. Bir zirai üretim için girdiler; tohum, ilaç, gübre, elektrik, su gibi girdiler söz konusudur. Tohum yabancıların kontrolünde ise ve sadece bir kez ürün veren kısır tohum dayatması hiçbir koşulda ülke yararına olamaz! İlaç ve gübre fabrikaları ya kapatıldı ya da satıldı. Buda üretimi engellemenin başka bir yöntemidir. Bu koşullarda üretici üreteceği malların girdilerini karşılayamaz. Bunun sonucunda da üretmekten vazgeçer(!) Kesinlikle ülke yararına olmayan bu gelişmenin nedenleri arasında çiftçiyi toprağından koparmak ve Anadolu’yu insansız kılmak girişimleri olabilir(!) İş burada bitmiyor; üretimi engellenen temel ihtiyaç maddelerinin dışarıdan ve dövizle alınması gerekiyor. Dış alımları sınırlı sayıda kişi yaptığı zaman, serbest rekabet koşulları ortadan kaldırılmış oluyor. Aynı şey ihalelerde yapılıp, bütün ihaleler aynı kişilere veriliyor ise? Lafın özü şu; ülke nüfusunun %1,5’i iktisadi faaliyetlerin tamamını yapar haldeyse; o ülkede hukuk, adalet, adil paylaşım, demokratik ve laik eğitim ve devlet eliyle sağlık yeterli olmaz. Çalışanların yarıya yakını asgari ücret alırken, emeklilere açlık sınırının altında ücret verilirse, hiç kimse yani büyük çoğunluk hayatından memnun olmaz! Tüm yetmezlikler insanların, yani büyük çoğunluğun hizmete erişememesi ve yoksulluğu ile noktalanır. Az sayıda atanmış görevli ülke rantını paylaşmamak doğrultusunda hareket eder(!) Böyle bir süreci yaşamak zorunda bırakılan toplumda en ufak kıpırdanmalar bile şiddetle ezilmeye çalışılır(!)