Demokrasi, yalnızca sandıkta tekrarlanan bir ritüel değil, günlük yaşamda hissedilen, nefes alınan bir yönetim biçimidir. Ne yazık ki Didim'de "yönetim" kavramı, halkla birlikte yürütülen bir süreç olmaktan çıkıp, halkın üzerinden silindir gibi geçen bir uygulamaya dönüşmüş durumdadır. Kent halkın, evet; ama kararlar bir avuç kişinin tekelinde…

Bu kıyı kentinde öyle bir yönetim tarzı egemen ki, tüm eleştiriler duymazdan geliniyor, sivil toplum kuruluşları (STK’lar) yok sayılıyor. Halkı temsil etmesi gereken belediye başkanları, ne hikmetse kimi temsil ettiklerini sürekli unutuyor. Yerel yönetimler demokrasinin beşiğidir ama Didim'de sanki bu beşiğin; mezarlığı yapılmak isteniyor.

Çünkü Didim'de adeta bir mezarlık sessizliğinde yerel siyaset ortamı oluşmuş. STK'lar konuşmak istiyor, dinleyen yok. Kentliler önerilerini ya da eleştirilerini yerel yönetimin sosyal medya hesaplarından iletiyor, ancak bu yakınmalara asla yanıt verilmiyor. Sonra da "katılımcı belediyeyiz, halkın isteklerine karşı duyarlıyız" deniyor. Oysa içten içe, bu yakınmalar nedeniyle patlamaya hazır bir bomba ya da başarısızlık balonu gibi dolaştıklarından yana hiç kuşkumuz yok.

Bu koşullarda; doğal olarak halk kadrosunda yer alan bizler, bu "katılımcı belediyecilik" uygulamasının ne anlama geldiğini bir türlü anlayamıyoruz. Seçim dönemlerinde, propaganda araçlarına evin balkonundan el sallamaya mı katılım deniyor, yoksa yalnızca seçim günü sandığa oy atmak mı katılım olarak algılanıyor ve o günün sonunda kavram anlamını yitirmiş oluyor? Katılımcı belediyecilik sözü verenlerin katılım algısı yalnızca bu kadarcıkla mı sınırlı?

Dünyanın her yerinde yerel yöneticiler, kent paydaşlarıyla; daha açık bir anlatımla yerel halkla, STK'larla, meslek odalarıyla, çevreci gruplarla birlikte çalışır, sürekli iletişim içinde olur. Örneğin Kopenhag'da bir belediye başkanı; sabahı sivil toplum kuruluşları buluşmasıyla açar, akşamı halk meclisiyle kapatır.

Bizde sıkça görülen "Yerel demokrasi nedir bilmeyen, STK'ların önemini kavrayamayan" yerel yönetici modelleriyse; tarafsız bir bakış açısıyla ancak ve ancak çağdışı bir kişilik olarak tanımlanabilir. Evet, çağdışı... Çünkü çağdaş belediyecilik, yalnızca kaldırım taşlarını değil, insanların fikirlerini ve önerilerini de kentin dokusuna yerleştirir. Anlaşılan Didim'deki yerel yönetici; halkla karşılıklı konuşmayı değil, yalnızca konuşulmayı seviyor ve sanki sosyal medyada adının "tık"lanması bağlamında rating kovalıyor.

İnsanın aklına şu soru da gelmiyor değil: Acaba halk, yerel seçimlerde bir başkan değil de, küçük bir diktatör özentisi mi seçti farkında olmadan?

Şimdi açıkça sormak gerek:

  • Yerel yönetim bir kibir makamı mıdır?

  • Yoksa halkın nabzını tutan, fikirlerini dinleyen, halka gerçek anlamda hizmet eden bir sorumluluk alanı mıdır?

Katılımı yalnızca afişlerde, toplantıyı yalnızca protokollerde gören bir yönetim anlayışıyla nereye kadar gidilebilir?

Hayır efendim; DEMOKRASİ sizin sandığınız gibi bir protokol defteri değildir. KATILIMCILIK sizin yazdığınız bir senaryo değildir. STK'lar sizin halkla aranıza konan göstermelik oluşumlar değildir.

Yerel yöneticilerin öğrenmesi gereken en önemli ders, YEREL DEMOKRASİ kavramını bilmek, bu kavram bağlamında halkın, derneklerin, STK'ların sesini dinlemek, eleştirilerini önemsemek, onları anlamak ve en son aşamada da kent ve kentli için en iyiyi gerçekleştirebilmek adına birlikte karar vermektir.

Eğer siz yerel yöneticiler; YEREL DEMOKRASİ dersine katılmaz, bu derse devamsızlık yaparsanız, bilin ki kesinlikle sınıfta kalırsınız!