Bugün şöyle bir soru düştü usuma:

-Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz ya da değişmeyen, değişimin kendisidir diyen düşünürlerin bu sözlerini özümseyen, içselleştiren insan soyu; demokrasi kavramının değişmesine, dönüşmesine yönelik beklentilerini sürdürecek midir? Bir başka deyişle "demokrasi paradigması" sürekli değişiklik gösterecek midir?

Bilindiği gibi Herakleitos’un "aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" sözü, anın akışına ve varoluşun değişkenliğine ilişkin en yalın ama en güçlü anlatımlardan biridir. Bu söz, yalnızca suyun değil, insanın da değiştiğini; aynı anda hem aynı kalan hem de baştan başa dönüşen bir varlık olduğumuzu gösterir. Ama şimdi aynı soruyu bir kavrama soralım: Demokrasi aynı nehirden kaç kez geçebilir?

Daha açık bir anlatımla; değişimin doğasını özümseyen insanlık, demokrasiye de aynı sabırsızlıkla, aynı geçicilikle mi yaklaşacaktır? Yoksa demokrasi, değişimin kendisini de denetleyebilecek bir ahlaksal sürekliliğe mi sahiptir?

Demokrasi, hiçbir dönemde yalnızca bir sandık ya da bir oy pusulası olmadı. O, bir "anlaşma biçimi", bir "birlikte yaşama sanatı" olarak ortaya çıktı. Antik Yunan’daki doğrudan halk meclislerinden, modern temsilî demokrasilere; sosyal adaletle yoğrulan sosyal demokrasilerden, veri çağının dijital katılım araçlarına kadar hep biçim değiştirdi.

Ama biçim değiştirmek elbette ilerlemek demek değildir.

Bazen demokrasiye benzeyen şeyler çoğalır ama demokrasinin kendisi azalır. Oy sandıkları artar, ama söz hakkı azalır. Katılım teknolojikleşir, ama ruhsuzlaşır. Algoritmalar vatandaşları seçmen değil, hedef kitleye çevirir.

Demokrasi paradigması değişiyor, evet. Ama hangi yönde?

  • Katılım artıyor mu, yoksa "etkileşim tuşlarına" mı indirgeniyor?

  • Şeffaflık mı güçleniyor, yoksa veri şeffaflığı üzerinden yeni bir denetim rejimi mi kuruluyor?

  • Farklı sesler daha çok mu duyuluyor, yoksa algoritmalar yankı odalarında yalnızca bize benzeyenleri mi gösteriyor?

Herakleitos’a kulak verirsek, değişim kaçınılmaz. Ama bu değişim doğal değil, yönlendirilmiş bir değişimdir. İşte tam da bu yüzden sorumludur insan: Nehrin yönünü kim belirliyor?

Tarihin ironisi şudur: İnsanlık, çoğu kez özgürlük adına başlattığı dönüşümleri, daha sıkı zincirler içinde bitirmiştir. Bu, demokrasi için de geçerli. Bir gün demokrasinin “dijital dönüşümü” diye pazarlanan şey, belki de onu en çok otomatikleştiren, dolayısıyla da ruhsuzlaştıran süreç olacak.

Demokrasi ne kadar "değişirse", o kadar mı demokratik olur?

Yoksa tam tersine, temel değerlerine sadık kalmadıkça, yalnızca form değiştiren bir kabuk hâline mi gelir?

Diyebilir miyiz ki her değişim ilerleme değildir ?

Eğer demokrasi yalnızca bir yönetim biçimi değilse; bir vicdan, bir hafıza, bir eşitlik duyumsamasıysa; bu durumda değişime karşı da bir ahlaksal durağanlık gereklidir. Çünkü nehir değişebilir, ama yüzenin yüzme biçimi, yönü ve niyeti belirleyicidir.

Belki de en temel sorumuz şu olmalı:
Değişen dünyada değişmeden kalması gereken şey nedir?

Yanıt açık: İnsan onuru. Eşitlik arzusu. Adalet duygusu. İşte demokrasi, bu değerlerin siyasal adıdır. Ne kadar değişirse değişsin, bu özden uzaklaşırsa, adını taşısa da "demokrasi" kendisi olmaktan çıkar.

Herakleitos, aynı nehirde iki kez yıkanamayacağımızı söylerken haklıydı. Ama şu da doğrudur:
Aynı değerlerle her nehir geçilebilir.
Su değişir, ama yüzücünün "gerçek demokrasi bağlamındaki" amacı değişmezse; demokrasi yeniden kurulabilir.

Bu durumda evet, demokrasi paradigması değişecektir. Ama bu değişimin yönü, bizim yönelimimize, sessizliğimize ya da direncimize bağlı olacaktır.

Nehrin akışını izlemekle yetinenlerden mi olacağız yoksa ona yön vermeye çalışanlardan mı? İşte buna özgür istencimizle/irademizle bizler karar vermeliyiz.