“Coğrafya kaderdir” diyorlar.
Öyleyse neden durmaksızın yürüyorum bu coğrafyanın sınırlarını aşmak için?
Bazı sözler var ki; kulakta derin, içerikte sığdır. Kanımca “Coğrafya kaderdir” de bunlardan biridir.
Bu söz, İbn Haldun’a dayandırılır; ama bugün başka amaçlarla kullanılır.
Bazen politik bir mazerete ya da özre dönüşür, bazen başarısızlığa bulunmuş felsefi bir kılıftır, tesellidir.
Oysa ben bu söze hep uzak kalırım.
Çünkü ben kaderci/yazgıcı değilim. Çünkü ben Balkanlıyım.
Coğrafya, elbette bir koşuldur. Ama kesin, değişmez bir hüküm değildir.
Evet, coğrafya etkilidir:
-
Dağın çocuğu inatçıdır.
-
Denizin kızı özgürdür.
-
Çorak arazide sabır büyür.
-
Bereketli ovada kanaatkârlık…
Ama bu etkiler hüküm sözleri değil, yalnızca yaşamın giriş paragrafıdır.
İnsanı biçimlendirir ama mühürlemez.
Ve bazı insanlar vardır ki, o ilk paragrafı yırtıp kendi öyküsünü yazar.
Ben onlardanım.
Çünkü benim coğrafyam savaşkanlıktır, teslimiyet değil...
Ben Balkan kökenliyim.
Ben bu dünyanın “Doğulu kaderine” sıkıştırılmış edilgenliğine sığmam.
Biz Balkanlar'da:
-
Düşmana karşı diz çökmedik,
-
Kadere karşı susmadık,
-
Kendimizi yok sayan coğrafyaya karşı, kendi adımızla savaştık.
Tarih kitapları Balkanlar’ı “barut fıçısı” diye yazar.
Doğrudur.
Ama o barut, yalnızca savaş için değil; küllerinden doğmak içindi.
Atatürk de bu coğrafyadan çıktı.
Ve “kader” diye önüne serilen işgal haritasını yırtarak yepyeni bir Cumhuriyet kurdu.
Öyleyse biz neden “coğrafya kaderdir” diyelim?
Ben Ortadoğulu değilim, asla teslimiyet kültüründen değilim
Benim dünya görüşüm,
-
“Böyle gelmiş, böyle gider” demeyenlerden,
-
“Koşullar çok zor” deyip köşesine çekilmeyenlerden,
-
“Kaderde varsa olur” diye beklemeyenlerden...
Ben yazanım.
Ben hesap soranım.
Ben değiştirenim.
Kaderi “yenilen” değil, “değiştirmek için" savaşım verenlerdenim.
Kader/yazgı; savaşmayanların uydurduğu bir teslimiyet öyküsüdür.
Bakın çevrenize:
-
Coğrafyası zengin olup halkı yoksul olan ülkeler var.
-
Kaynakları bol olup düşünceleri kıt/yetersiz olanlar var.
-
Dağın başında üniversite kuran, çölün ortasında mucize yaratan uluslar var.
Onlar ne yaptı?
Coğrafyayı yendiler.
Dağın yüksekliğini sorun etmediler.
Çölün kuruluğuna teslim olmadılar.
“Bize bu düşmüş” demediler. “Biz daha çoğunu isteriz” dediler.
Ben bir kadın olarak,
-
Kaderin bana biçtiği “suskunluğu” reddettim.
-
“Bu yaşta olmaz” diyenlere karşı daha çok okudum, daha çok yazdım.
-
“Kadınsın, yorulma” diyenlere inat yürümekle bile yetinmedim, durmaksızın koştum.
Ben bir Balkanlı olarak:
-
Sürgünler görmüş, yollar aşmış bir halkın kızıyım.
-
Adımı, geçmişimi, kökümü anımsıyorum.
-
Ve asla susmuyorum.
Benim coğrafyam ne Ortadoğu'nun çaresizliği
ne de Batı'nın kibri.
Benim coğrafyam direnişin haritasıdır.
Hayır.
Coğrafya kader/yazgı değildir.
Kader, düşmeyi kabul edenlerin, çabalamadan teslim olanların kurgusudur.
Ve biz o kaderi silip yeniden yazanlarız.
Kırık kalemle, yırtık defterle, ama dimdik bir sesle...
Tıpkı Balkanların rüzgârı gibi önce esen, sonra savuran...
Ama asla yazgısına teslim olmayanlardanız.