Bazen umutların donduğu, bazen sevgilerin harmanlanıp aşka dönüştüğü, bazen de bir yalnızlık anının mutlu yarınlara gülümsediği aydır şubat. Kış mevsiminde olup bitenlere tanıklık eden bu ayın başka bir özelliği ise 14 şubatlara ev sahipliği yapmasıdır. Doğanın bu aylarda buz kestiği bizim coğrafyada, "her şey sevmekle başlar" diyen öykücü Sait Faik'in kaleminden dökülen hikâyelerin yazgısı ile sevginin o sihirli dünyası sanki bu tarihte buluşmuş. Çünkü 14 Şubat Sevgililer Günü ile Dünya Öykü Günü aynı güne denk geliyor.
Hikâyelerin bizim toplumdaki yeri müstesnadır. Hayata bağlılığımız hikâyeler bütününden süzülen anların toplamıdır. Bazen acıların kesişim noktalarında yarına bir umut gibi düşer hikâyelerimiz. O umutların gölgesinde acılar azalır bu coğrafyada. Bu nedenle Batı toplumlarında daha fazla ilgi gören 14 Şubat Sevgililer Günü, ülkemizde daha sönük geçer. Bize ait olmayan, hikâyesi bize benzemeyen ve ithal ettiğimiz bir gündür. Daha mesafeli yaklaşırız bu güne. Aynı tarihe denk gelen ve çoğu kişi tarafından bilinmeyen 14 Şubat Dünya Öykü Günü bizleri daha çok tamamlar. Çünkü acılar daha çok yaşanır bu coğrafyada. Bu sebeple hikâyelerimiz sevgiyi de içine alan daha derinlikli ve anlamlı bir ruha sahiptir.
Sözlü de olsa tarih boyunca hikâyelerimiz hep var olmuştur. Kış aylarının kasvetli ve soğuk gecelerinde teknoloji öncesi zamanlarda; geçmişten süzülen ve "bizleri anlatan" hikâyelerle büyütülürdü çocuklar. Kendimize yani kültürümüze ait bilmeceler, hikâyeler, anılar, meseller daha çok bu mevsime saklanırdı. Konuların sınırlı, zamanın bol olduğu o zamanların kış gecelerinde gaz lambası ışığı eşliğinde aynı hikâye defalarca anlatılırdı o saf duygulu çocuklara… Çünkü insanı geleceğe taşıyan ve geçmişle ilişkisini güçlendiren sihirli kelimeler hikâyelerde vücut bulur.
Hikâyelerin, kültürümüzde bilinenden daha derin bir anlamı vardır. Hayatın zorluklarını, yaşama ilişkin süreçleri, kısacası olup bitenlerin panoraması hikâye şeklinde daha çok anlatılır, bu coğrafyada. Sohbetin iliklerimize kadar işlediği kültürümüzde hikâyeler bizi adeta yarına bağlayan yaşam ritüelleridir. Onun için hikâye ya da öykü denen edebiyat türüne kendimizi daha çok yakın hissederiz.
Yazılı edebiyatta ise hikâyelerin serüveni daha meşakkatli bir süreç izler. Hikâyeyi besleyen, ona hayat veren kişileri, olayları; kurmacanın o uçsuz bucaksız sonsuzluklarından soframıza getirmenin arkasında büyük emekler vardır. İtalyan yazar Giorgio Mangenelli öykünün serüvenini şu cümlelerle anlatır: "Öyküyü yazıp bir kenara koyamazsınız. İlgi ister. Sevgiye ihtiyaç duyar. Üç yıl boyunca çalıştığım hâlâ bitiremediğim öyküler var, masa üstünde. Bunun en iyi tarafı öykünün benimle gelişmesi, olgunlaşması. Hayat da böyle olmaz mı? Genellikle acı çekerek büyürüz. Öykü kahramanı da insanlık hallerinden nasibini alacaktır. Ancak böylece karton bir karakter olmaktan uzaklaşır, derinleşir."
İnsanların tercihlerine, hayata bakışına, dünyayı anlama ve anlamlandırma şekline saygı duyarım. Fakat benim için 14 Şubat Sevgililer Günü'nden çok Dünya Öykü Günü ilgimi çeker. Hayatta tüm olup bitenlerin toplamından fazlasıdır öykülerin verdiği mesajlar. Yarının dünyasında hikâyelerimizle daha çok var olacağız. Hele bu coğrafyada kurguyu aramaya pek gerek yok. Her gün yeni bir hikâye başlıyor çünkü…