PROF. DR. İBRAHİM Ö. Kaboğlu’nun makalesinin başlığı; “Neden demokratik toplum?” Hoca, adım adım gelenin ne olduğunu gördüğü için bizleri uyarıyor. Yazının son bölümü şöyle: “Demokratik toplumda siyasal partiler katılımın tek aracı olmadığı gibi, katılma hakkı da siyasal katılım yolları ile sınırlı değil.
Ama demokratik siyaset için demokratik toplum özerkliği ve etkililiği vazgeçilmez.
Siyasal karar ve uygulamaları izlemek, rüşvet ve yolsuzluklara karşı mücadele etmek, vergi yükümlüsünün haklarını öne çıkarmak ve talep etmek, bu konularda kamuoyu yaratmak, demokratik toplum aktörlerinin işlevleridir. Demokratik toplum, hukuk toplumu olarak saydam toplum olup, rüşvet ve çürümüşlüğün, siyaset-mafya ilişkilerinin panzehridir.
Demokratik toplumu güçlendirmek, Türkiye’nin demokratik geleceği için yaşamsaldır. DT ve STÖ gelişebildiği ölçüde, umut var olunabilir, iki açıdan:
-Siyasal partileri ve demokratik siyaseti etkilemek,
-Anayasal demokrasiye dönüşün demokratik tabanını kurmak. Onlarca neden arasında: yasama önünde sorumlu Hükümetin bulunduğu parlamenter rejim, çevre korumasına daha elverişli.
Şu halde mücadele alanı belli: Anayasa bütünü ve kamu yararı
Unutmayalım: demokratik toplumun geleceği, şu üç koşula bağlı:
-Nitelikli ülke,
-Özerk toplum,
-Seçimler yoluyla el değiştiren siyasal iktidar.”
Özerk toplum ve seçimle el değiştiren siyasi iktidar, demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Bizim açmazımız, “nitelikli ülke” ile ilgili. Hukuksuzluklar, ahlak çökerken yükselir! Bir yanda adaletsiz bölüşüm; işsizlik, pahalılık, fiyat artışları, barınma ve korunma sorunları yaşanırken; adım adım tanımlanmayan bir cisim bize yaklaşıyor. Eğitim, sağlık ve güvenlik aranır şeylerden olmuş. Aslında bir planlama var ve olanların hepsi bu plan dahilinde uygulanıyor. Kendi zenginlerini yaratmanın yolu kamusal varlıkların yağmalanması ve yığınların yoksullaştırılmasından geçmektedir. Üretmeyen ve yaşamın her alanında üretimi engellenen bir yapıda, ithalat belirleyici olmaktadır. Tüketime mahkûm edilen yapıda, sadece aracılar ve onlara yol verenler kazanır. 2022 Ağustos’u ile 2023 Ağustos’u sürecinde yoksulluk sınırı iki katına çıkmış. Ulusal gelirin %60’ını nüfusun %5’i alıyor(!) Planlı yoksullaştırma bir başka planın gerçekleştirilmesi için uygulanıyor. Zenginleştirdiklerine siyasetin finansmanını sağlatmak ve yoksullaştırılan yığınların itaat etmesini sağlamak! Bu yolla istenen ve demokrasi ile bağdaşmayan rejimi getirmek(!)
BİRGÜN Gazetesinde, NURDAN GÖK’ün yazısından bölümler alarak, kitlelerce görülmesi gerekenleri görünür kılmaya çalışalım: “Halkın sosyalleşmesini istemeyen, alkollü içkiyi toplumsal yaşamdan uzaklaştırmak isteyen iktidar, bir grup azınlığın hayat tarzını toplumun bütününe dayatmaya çalışıyor. Bürokrasiden sokağa kadar uzanan gerici uygulamalar, güçlü bir tepki ortaya çıkmadıkça giderek yaygınlaşıyor. Tarikatlara alan açılırken hedef gösterilen konser ve festivaller yasaklanıyor, karma eğitim hedef tahtasına konuluyor. “
“ Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, “Yayımlanan bu genelge açıkça hukuka aykırıdır.(………) Kabahatler kanununun 35. Maddesine göre kişilerin alkollü halde çevreye rahatsızlık vermesine müdahale edilebilir. Ancak alkol almayı engelleyecek bir şekilde hak ve özgürlüklere müdahale edileceği bir sınırlandırma getirilemez. Bu açıdan bu genelge hukuka aykırıdır” dedi.”
“Hukukçu Metin Günday ise şu değerlendirmeyi yaptı: “Bu genelgenin adı özel yaşama müdahale etmektir. Toplumu kendi kafalarındaki yaşama mahkûm etmeye çalışıyorlar.”
“ Sosyolog Yavuz Çobanoğlu ise, “Bu son karar, daha önce alınan yasak ve sınırlamalardan ayrı düşünülemez. Şunu artık bir kez daha ve net bir şekilde söylemek gerekiyor, Türkiye’de rejim değişti, bu gerçeği tespit etmeden yapılacak her analiz geçersiz olacaktır. (………)
AKP’nin İslâmcı yapıları güçlendirmesinin, kendi ideolojisine ve kurduğu rejime uygun bir durum olduğuna değinen Çobanoğlu, “Burada bir sürpriz yok. Keza AKP’nin alkol yasaklarıyla yapmak istediklerini de tıpkı konserler, festivaller, giyim kuşam, cinsellik ve cinsel yönelimlere karşı uygulamalarıyla aynı paralellikte değerlendirmek lazım. Çünkü bunların tümü, aynı hedefler etrafında örgütleniyor. Alkolü sadece ‘hassasiyetleri olanlar’ değil, herkesin nezdinde ‘ayıp’, ‘kötü’, ‘ahlâksızlık’ gibi kavramlarla eşleştirdikten sonra onun görünür olması, kamusal alandan silinmesi amaçlanıyor. Alkolün duvarlar ardında (hatta mümkünse ‘kırmızı bölgelerde’) gizlice tüketildiği ahlâken ‘yasaklı bir maddeye’ dönüştürmek istiyorlar. Bunu da vitrindeki görüntüyü bozmamak adına sabırla yapıyorlar” diye konuştu.”
“İslâmcı düşünce, mafyalaşma, çeteleşme, silahlanma, cinayetler vb. toplumsal problemlerin asıl sebebini ailenin bozulması, alkol tüketimi, fuhuş, dinden çıkma gibi etkenlere bağladığı için mevcut sorunların çözümlerini de bunlar üzerinden üretir” değerlendirmesini yapan Çobanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Depremlerin olmasını bile alkol ile fuhuşa bağlayan bir zihniyetle karşı karşıyayız, yüzlerce yıllık refleksler bunlar ve referanslarını da “kutsal” saydığı metinlerden alıyorlar. Sürekli, bir düşman, bir kamu güvenliği sorunu bulup, yine problemlerin sebebini alkole, ateistlere, olmadı “iman eksikliğine” bağlama motivasyonları oldukça yüksek.”
Mevcut muhalefete seslenmek gerek, işte laikliğin anlam ve önemi burada görülüyor. İnsanları yetersiz, tutarsız ve umarsız bırakarak tasarladıklarına ulaşmak istiyorlar. Bugüne dek, şeriat getirmek isteyenlere karşı neler yaptınız? Size yetki veren seçmenlerin hakkını ve hukukunu neden gerektiği gibi savunmadınız? Temel hakları neden korumadınız? Halkın haklarına sahip çıkabileceği alanlara çıkmalarını neden engellediniz?