Yolsuzluk ve usulsüzlük olayları, birçok ülkede olduğu gibi Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nde de görülmüştür. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde özellikle idari ve mali alanda meydana gelen bozulmalarda yolsuzluk olgusunun rolü büyüktü. Cumhuriyet döneminde de bu tür ahlak ve kanun dışı davranışların devam ettiği görülmektedir. Dolayısıyla devlet yönetiminde yolsuzluk ve usulsüzlüklerin hemen her dönemde kaçınılmaz bir gerçek olduğu bilinmektedir. Özellikle siyasetçilerin yapmış oldukları bu türden kanun dışı hareketler daha çok dikkat çekerek, toplumun tepkisine neden olmaktaydı. En basit anlamıyla YOLSUZLUK, yolsuz olma durumu, bir görevi, bir yetkiyi kötüye kullanma olarak açıklanmaktadır.

Türkiye’de özellikle iktidarda bulunan siyasal partilerin, gerek kişisel gerekse parti çıkarlarını milletin çıkarlarından üstün tuttukları geçmişten günümüze sürekli dile getirilmektedir. Devletin çeşitli kurumlarında yapılan yolsuzluklarda, bakanlar ve milletvekillerinin siyasal nüfuzlarını kullanarak kanun dışı olaylar içerisinde yer aldıkları her dönem olmuştur.

Havuz -Yavuz Davası

Cumhuriyetin ilk yıllarında, basında ve kamuoyunda büyük tepki gören; halk arasında HAVUZ-YAVUZ DAVASI olarak adlandırılan yolsuzluğa ilişkin ilk bilgiler, 23 ARALIK 1927 tarihli gazetelerde çıkan haberlerle gündeme gelmişti. Bu iddialara göre, Yavuz Zırhlısı’nın tamiri için yapılan sözleşmelerde Bahriye Vekili’nin, “…sorumluluk gerektirecek bazı hareketleri bulunduğu görülmüştür” ifadeleriyle İhsan Bey suçlanmaktaydı.24 Aralık 1927’de Başvekil İsmet Paşa bu iddiaları meclis gündemine getirerek, ağır bir dille suçladığı Bahriye Vekili’nin Divan-ı Ali’ye sevk edilmesi için meclis soruşturması açılmasını istiyordu.

İHSAN ERYAVUZ’UN HAYATI

İhsan Bey 1877’de İstanbul’da doğdu. 1901’de Mühendishane-i Berri Hümayun’dan mezun olduktan bir süre sonra, Edirne’deki II. Ordu Komutanlığı’nda görev yaptı. Sahra Topçu Birlikleri Batarya Komutanlığı yaptı. Bu sıralarda İsmet Paşa ile tanışmışlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde yazı işleri sorumluluğunu yürüttüğü dönemde Balkan Savaşları’na da kıdemli yüzbaşı olarak katıldı. Birinci Dünya Savaşı’nda 10. Kolorduda topçu binbaşı olarak görev yaptı. Milli Mücadele’de önemli başarılar elde etti. 1920’de Ankara’da BMM’nin birinci döneminde CEBELİBEREKET(OSMANİYE)’ten mebus oldu. Bir süre meclisteki Müdafaai Milliye Komisyonunda çalıştı. Başarısından dolayı İstanbul İstiklal Mahkemesi başkanlığına seçildi. Daha sonra ikinci dönemde yeniden Cebelibereket mebus seçildi. 1924’te İş Bankası’nın kurucu üyeleri arasında yer aldı. Bahriye Vekâletinin kurulması ile 31 Aralık 1924’te bu göreve getirildi. 6 Mart 1947’de öldü.

Kurtuluş Savaşı sırasında faaliyet gösteren Umur-u Bahriye Müdürlüğü, 1 Mart 1921’de “Bahriye Dairesi” ismiyle Milli Müdafaa Vekâletine bağlanmıştı. Bahriye Dairesi, Deniz Kuvvetlerinin bütün idare ve harekât işlerinden sorumluydu. 22 Aralık 1924’te “Bahriye Vekâleti Kanunu”nun kabulüyle, Bahriye Dairesinin bütün işleri Bahriye Vekâletine devredilmişti.

Denizcilik bakanı İHSAN ERYAVUZ ve Bilecik milletvekili FİKRET ONURALP ‘in dokunulmazlıkları kaldırıldı. Yavuz zırhlısı’nın onarım ihalesinde rüşvet aldıkları iddasıyla Yüce Divab’da yargılandılar. Fikret Onuralp dört yıl, İhsan Eryavuz iki yıl hapis cezası aldılar.

Şimdi biraz geriye giderek sorgulayalım. Osmanlı döneminde Meclis-i Mebusan’a seçilenler, Padişah ve vatana sadakat üzerine yemin ediyorlardı. Mustafa Kemal, TBMM’yi kurarken bu tür durumlarla hiç ilgilenmedi. Çünkü niyeti bozuk olanların yalan yere yemin edeceğini ve yeminini tutmayacaklarını gayet iyi biliyordu. 23 NİSAN 1920’de mecliste yemin töreni yapılmadı.

1921’de çıkarılan ve Türkiye’nin ilk anayasa kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye’de de milletvekili yemini yoktu. 1924 Bilecik Milletvekili Fikret Bey çıktı “Yemin etmeden olmuyor, milletvekilleri muhakkak yemin etmesi gerektiğini vurguladı ve TBMM öneri sundu. Böylece 1924 anayasasına “Milletvekili Yemini ”monte edildi. “Vatan ve milletin selametine ve milletin bila kaydüşen hakimiyetine mugayir gaye takip etmeyeceğine ve cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma vallahi” diye yemin edildi. (1928 yılında VALLAHİ ) çıkarıldı. Onun yerine “namusum üzerine söz veririm” yerleştirildi.

Yine 1924 yılında, YAVUZ ZIRHLISI’nın moderninize edilmesine karar verildi. Bu işin ihalesi Denizciliği Bakanlığı tarafından bir FRANSIZ şirketine verildi. İzmit’e Fransa’dan dev bir havuz getirilecek, Yavuz Zırhlısı’da bu havuz içine alınarak donanımı yenilecekti.

YAVUZ ZIRHLISI: (Almanya’da adı “Goeben” olan Yavuz muharebe kruvazörü; 12 Ağustos 1909 tarihinde Hamburg’ta Blohm - Voss Tersanesi’nde kızağa konulmuştur. Yavuz muharebe kruvazörü 28 Mart 1911 tarihinde denize indirilmiş olup, 2 TEMMUZ 1912 tarihinde Alman İmparatorluk Donanması’na katılmıştır. Bu sırada 3 Ağustos 1914 yılında Türk-Alman ittifakı imzalanmış, 4 Ağustos 1914 yılında ise Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmiştir. Aynı zamanda Akdeniz’de bulunan ve iki İngiliz kruvazörü tarafından kovalanmakta olan bu iki Alman gemisinin derhal İstanbul’a gitmesi emri verilmiştir. Bu emri alan gemiler, 10 Ağustos 1914 günü saat 12.00’da Çanakkale Boğazı önüne gelmişlerdir.

Harbiye Nezareti’nin iki Alman gemisinin Boğaz’dan geçebilmesi emrini vermesinden sonra iki Alman zırhlısı Türk Donanması’na ait Kütahya ve Akhisar torpidobotları kılavuzluğuyla içeri alındıktan sonra Nara’ya demirlemiştir. Bu gemiler 13 Ağustos’ta Erdek’te kömür ikmallerini tamamladıktan sonra İstanbul/Tuzla’ya gelebilmişlerdir. Osmanlı Devleti de tarafsızlığını bozmamak için bu gemileri satın aldığını açıklamış ve 16 Ağustos 1914 günü Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emri ile GOEBEN’e “Yavuz Sultan Selim”, “BRESLAU” ya da “Midilli” adı verilerek, gemilere Türk Bayrağı çekilmiştir.)

Ama kısa süre sonra anlaşıldı ki…Denizcilik Bakanı İHSAN Bey’le “vallahi yemin etmemiz gerekiyor” diyen FİKRET Bey kimseye çaktırmadan ortak şirket kurmuşlardı. Devlet adına ihaleye verdikleri Fransız şirketinden rüşvet aldıkları ortaya çıktı. Bunun üzerine meclis soruşturması açıldı. Fikret Bey her şeyi itiraf etti. “İki milyonluk ihaleden 210 bin lira komisyon aldıklarını, Denizcilik Bakanı İhsan Bey’in 100 bin lira aldığını, kendisinin55 bin lira aldığını, geriye kalanı bürokratlara verdiklerini” anlattı.  

Milletvekillikleri düşürüldü ve yargılandılar ve sonunda hapis cezasına çarpıldılar. Denizcilik Bakanı İhsan Bey’e “Koskoca bakan olmuşun utanmıyor musun ”diye sordular. Gayet pişkindi.  “Meclis kürsüsünden konuşurken demokrasi zenginliktir demiyor muydunuz, zenginleştik işte “diye cevap veriyordu.

Fikret Bey’in tam adı TAKİYYETTİN FİKRET’i Cumhuriyeti’n ilanıyla birlikte laik düzene geçilince, Takiyyettin’i sildirmiş, meclise kaytyaptırırken TOKATTİN FİKRET olarak yazdırmıştır. Rüşvet tokatladığı ortaya çıkınca Tokattin’i de sildirdi. Soyadı kanunu çıkınca hangi soyadını aldı biliyor musunuz?  ONURALP soyadını aldı. Rüşvetçi Takiyyettin –Tokatttin ”ONUR”lu oluvermişti.

 Bu olayın en hazin tarafı “Yeminsiz olmuyor, illa yemin etmemiz lazım” diyerek Anayasa’ya milletvekili yeminini monte ettiren FİKRET Bey, yeminine ihanet ederek, yolsuzluk yapan ilk milletvekili olmuştu.

Ankara’ya adeta bomba gibi düşmüş gibiydi. Namuslu yurtseverler tarafından kurulan GAZİ MECLİS utanç içindeydi. Vatan –Millet için canını ortaya koyanların arasına, yolsuzluk peşinde koşanların karışabileceğine kimse ihtimal vermemişti. Türkiye’yi 100 yıl sonra bile içten içe kemirmeye devam eden yolsuzluk belası, maalesef, cumhuriyet ilan edilir edilmez, demokrasinin bünyesinde sızmaya başarmıştı demeye kalmadı…TİCARET BAKANI ALİ CENANİ BEY’in rüşvet olayı ortaya çıktı ve dokunulmazlığı kaldırıldı.

Un ve buğday fiyatlarının yükselmesini engellemek, piyasayı dengelemek, stokçuluğu önlemek için ticaret Bakanlığının emrine 500 bin lira verilmişti. Ticaret Bakanı işte bu 500 bin liranın harcanmasında suiistimal yapmıştı. Bazı tüccarları koruyup kollamıştı. Gazete manşetleri ayyuka çıkınca, dokunulmazlığı kaldırıldı. Yüce Divan’da yargılandı, beş aya hapis cezası, ayrıca usulsüz şekilde kullandığı 170 bin lirayı derhal tanzim etme cezası verildi. Ama ALİ CENANİ Bey, ortadan kayboldu ve daha sonra Şam’a kaçtı. Ne acıdır ki günümüzde bu yolsuzluk sızması coşarak sızmaya devam etmektedir.

Adnan GÜLLÜ

Tarih Araştırmacısı

Faydalanılan Kaynaklar

Erkan Afşar, Yolsuzluk ve Usulsüzlük Olaylarının Türk Siyasetine

Yansımaları (1923-1950)

Nermin Abadan, Bürokrasi, Ajans-Türk Matbaası, Ankara 1959,

Aydın Sami Güneyçal, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara 2003,

Ergun, Turgay, “ Kamu Yönetiminden Yolsuzluklar ve Bürokrasinin Sorumluluğu,

Ahmet Mumcu, Osmanlı Devleti’nde Rüşvet,

Yılmaz Özdil, Anka Kuşu 2022

Coşkun Can Aktan, “Politikada Rant Kollama”, Amme İdaresi Dergisi 1993,

Orhan Koloğlu, Aydınlarımızın Bunalım Yılı 1918