Yaşamda amacımızın genel olarak "mutluluk" olduğunu kabul etmeliyiz. Bu yüzden insanlar her zaman zevk aldıkları şeylerin peşinden gitmek isterler; Bu yüzden istenen o şeyleri sınırlamak mutlulukla ilgilidir.  Zihnin yaşayacağı zevk yani mutluluk; mütevazı yaşamakla, beklentileri azaltmakla, kaygıdan kaçınmakla ve belirsizlik ortamında umutlara tutunmakla elde edilebilir mi? 

    Zevk almak üzere her şeyin "en iyisine" ulaşmak için çalışmak da diğer bir seçenek. Tüketim dünyası size eğlencede, yiyecek ve giyeceklerde, elektronikte... "her zaman daha iyi bir şey var, ara" der gibi çok fazla tüketim seçeneği sunar.  Tüketmeye başlarsınız; bu sizi narsistik yapar ve "lüks" yaşamlara özenmenize neden olur. Yani yaşadığımız çağ çok sayıda size zevk verecek seçenek sunuyor, ya bunlara ulaşamayıp pes ederek depresyona girmemizi ya da bu yarışa devam edip hırs ve beklentilerin etkisiyle yorgun ve mutsuz olmamıza neden olabiliyor.

    “Özenilen zengin hayatlar veya bir lokma bir hırka”
    Özenilen hayatlara "görüntüler" dersek, bunlar artık zihinde gerçekliğin yerini almıştır. Buna karşın dışarıdan görülen özenilen hayatlar gerçeği tam yansıtmaz; aksine, isteklerimizi yeniden depreştirir ve beklentilerimizi zirveye çıkarırlar. Batı toplumu, insanları “yeter ki iste, yapabilirsin!, istediğin her şeyi alabilirsin!” mottosu ile daha çok çalışıp daha çok tükettirmeye motive ederek “özenilen hayata” ulaşma yolunda insanları hırs ve yükseltilmiş beklentiler peşinde koşturup bir ömür boyunca yormaktadır. Sonunda ne olacağı açıktır: memnuniyetsizlik ve mutsuzluk. 
    Bu halin tersi felsefe olan Tasavvufi hayat ve mistik düşüncede “Bir lokma ve bir hırka” anlayışı, dünya cazibesine kapılmamak demektir. Doğu insanı, bir lokma bir hırka anlayışıyla her açıdan gerilerken, Batı toplumu, devamlı zenginleşip hayatın içinde etkinliğini ve gücünü pekiştirmeye çalıştı. Doğu, mutlu oldu mu? Fazilet gibi algılanan bu anlayışın, İslam ülkelerinde yaşanan fakirliğin yanında Avrupa’ya akan Müslüman mülteciler dikkate alındığında insanları mutlu etmediği düşünülebilir. 
    Batı’nın “yeter ki iste, yapabilirsin” cümlesiyle insana verilen itme gücü beklentiyi artırıp insanın ve emeğin aşırı sömürülmesine neden olduğu halde bizim ülkemizde insanların “ne iş olsa yaparım, yeter ki iş olsun” şeklindeki umut arayışı var. Ancak, ülkemizde insanımız iş bulsa da satın almaya olan özenti büyütüldüğünden ayrıca maaşların da düşük olması nedeniyle iş hayatı mutluluğa götürmüyor. “Belirsizliği daha az ve hayallerindeki bir yaşam umuduyla” bizim insanlarımız da Batı’ya gitmek istiyorlar. 

    "Yüksek umutlar, düşük beklentiler" 
    “Yüksek umutlar”, bizi bir hedefe ulaşmaya motive etmenin bir yolu olarak hizmet eder ve “Düşük beklentiler” yol boyunca bazı başarısızlıkların olması halinde bile bu bizi mutsuz etmez. Mutluluk; beklentileri azaltmakla, aşırı özentiden,  kaygıdan kaçınmakla ve umutlara tutunmakla elde edilebilir. Zenginliğe özenme veya hiç özenmeden yoksul bir yaşam mutluluğa götürmeyebilir. “Yaşama; yüksek umutlarla tutunmak ama düşük beklentiyle sarılmak” insanı mutlu edebilir. Temeli Epikuros’a kadar giden bu felsefeyi, (Yüksek umutlar, düşük beklentiler)  insanların çabalarının sonunda mutlu olma hayallerini gerçekleştirmelerine yardımcı olabilecek güçlü bir bakış açısı olarak görüyorum.