Varlık içinde yokluk yaşamak, düşünen, gören ve algılayan her özgür bireyi çok üzüyor!
Normal bir yaşamın sürdürülebilmesi için, temel ihtiyaçların sorunsuz olarak karşılanması gerekir. Çaba sorunları aşmak için gereklidir. Çaba harcamaksızın sorun çözmek olanaklı gözükmemektedir. Yaşama ilişkin sorunlar çözülmedikçe; normal sayılacak bir alışılmışa erişmek kolay değildir. Olay, sorun çözmekte düğümlenmektedir. Yaşamda tanık olduğumuz yaklaşımların temelinde sorun çözme yol ve yöntemleri vardır. Tercih edilen şey, sorun yaratmadan sorun çözebilmektir. Çözümler sosyal adalete giden yolun başlangıcıdır.
Sorun çözmek, kaynak sorunu ile ilişkilidir. Mevcut kaynakların akılcı kullanımı, üretimi ve paylaşımı, adil bir çözüme dönüştürür. Tarihimizi, insanlık lehine olumlu ve ölümsüz kılan; kurtuluş ve kuruluş süreçleridir. Yorgun, bitkin ve bitap düşen bir ulus, yürekli ve akılcı çözümlerle tarih sahnesinde yerini alarak, yaşamsal mucizeler yaratmıştır! Çağdaş yaşam düzeyini hedef olarak önüne koyan yönetenler, bu doğrultuda; dünya insanlık ailesine örnek olmuşlardır. Özellikle bağımlı ülkelerin örnek aldığı ulusumuz, çok kısa bir süreçte büyük başarılara imza atmıştır. Yaratma ve yaşatma becerisini tüm dünyaya göstermiştir.
Atatürk, 15 yıl gibi çok kısa bir süre içinde, yaşamsal öneme sahip 45 adet, ülke ölçeğinde üretim yapan fabrika kurmayı başarmıştır! Ne yazık ki, kuruluş sürecine denk bir süre içinde bu fabrikaların hepsi,(15 yıl içinde) yabancı veya yabancılarla işbirliği içinde olan unsurlara satılmıştır! Bu varlıkların elden çıkarılması; iktidara yakın bir sermaye grubunun yaratılmasına neden olmakla kalmamış; Ulusal Kurtuluş Savaşı ile kazanılan bağımsızlığımızın kaybedilmesine neden olmuştur! Kamuya ait olan her varlığın elden çıkarılması, bağımsızlığın kaybı ile sonuçlanmıştır. Bağımsızlık kaybedilince, bağımlılık artmaya başlamıştır!
İhracat ve tüketimimiz ithalata bağımlıdır. En temel tüketim maddelerini dışarıdan alıyoruz. Dışarıya sattıklarımızın ham maddesini veya yarı mamul maddelerini dışarıdan alıyoruz. Dışarıya ihtiyaç duymadan yapabileceğimiz üretimler var. Tarım ve hayvancılık bu kapsamdadır. Fakat ülke yararına olmayan bazı kararlar, bizi bu olanaklardan yoksun bırakmıştır. İlaç, gübre, tohum ve enerji en önemli üretim girdileri iken; fabrikalar kapatılmış, yerli tohum yasaklanmış ve üreticilerimiz sorunlarıyla baş başa bırakılmıştır. Şu anda yapılması gereken; üreticilerimize, olanaklarımızın elverdiği tüm olanaklar sağlanarak, ülkede ekilmedik tek karış alan bırakmamaktır. Eğer bu çözüm devreye sokulur ise; kendi kendimize yetmenin de ötesinde, ihraç edebileceğimiz ürünlere kavuşuruz. Yabancı ülkelerin çiftçilerine buğday için ton başına 6000 lira vermek yerine bu katkıyı ton başına 2000 lira ödediğimiz kendi çiftçimize yapmalıyız. Bu noktada, “sosyal maliyeti” dikkate almalıyız.
Enerji sadece üreticilerin değil, tüm ülkenin en önemli sorunlarından biridir. Hatta o kadar önemli ki; bağımsızlığımızı tehlikeye atabilecek boyutlara ulaşmaktadır. Petrol ve doğalgazdaki bağımlılığımız elimizi, kolumuzu bağlamaktadır! Yukarıda vurguladığımız “sorun yaratmadan sorun çözebilmek” bu noktada karşımıza çıkmaktadır(!) RES’ler üretim alanlarına uzak olmalıdır. HES’ler hayvanların ve bitkilerin suya erişimini sorun haline getirmemeli ve doğal yaşamı olumsuz olarak etkilememelidir. Jeotermal enerji üretiminde bilimsel kurallara uyulmadığı için; incir, üzüm ve diğer ürünler zarar görmektedir(!) Kazananlar zarara uğramasın diye, santrallere filtre takılmayarak milyonlar tehlikeye atılmıştır. Bu olgu, iktidarın kimlerden oy alıp, kimlerden yana tavır aldığını net ve açık olarak göstermektedir. Dahası, en çok kazananların vergi borçları düşürülmekte veya affedilmektedir(!)
Bilmezlikle, beceriksizlikle ya da bilerek ve isteyerek yaratılan dışa bağımlılıktan kurtulmak için yeni bir kurtuluş mücadelesini (yasal sınırlar içinde) başlatmak kaçınılmaz gibi gözükmektedir. Ulusal kurtuluş için, iç mücadele veriliyor ise; mücadele edilen güçlerin(bir avuç azınlık) karşısında yer alanlar, kurtuluşa kadar birleşmek zorundadırlar.
İçinde bulunduğumuz koşullarda; milyonerlerle milyonlar karşı karşıya getirilmiştir. Üstelik bu milyonerler en güçlü desteği kurumlardan almaktadırlar!
Sömürülen ve sağılan kaynaklar azaldıkça, soğurma artmaktadır(!) İşte bu, bıçağın kemiğe dayandığı noktadır! Hiçbir ayrım yapmaksızın el ele verme zamanıdır ki; daha sonra farklılıklarımızı yaşama geçirme olanağına kavuşabilelim! Ülkemiz için, insanlarımız için ve kendimiz için el ele verme zamanıdır!