Tarih her zaman büyük kralları, güçlü komutanları, zeki taktikleri, usta stratejileri anlatmaz bize. Anlatılanların içinde en çok da yüreğinden, idealinden, adanmışlığından başka hiçbir şeyi olmayan kahramanların sımsıcak öyküleri sarıp sarmalar. Tek başına tarihi omuzlayan kavi omuzlar… Ömrünü inandığı değerler uğruna harcamaktan sakınmayan yiğitler… Ve ömürlerini feda ettikleri yolda hiçbir kazanç beklemeyen iman erleri… Belki de tarih, uzun yürüyüşünü bu adanmışlarla sürdürür. Ve geriye bir tek bu yiğitlerin yüreğimizde bıraktığı o sonsuz rüzgârlar kalır. İnsanlığa verdikleri o yüce ders kalır geride. Ve sert dünyaya verdikleri ruh…
İşte Zenci Musa da o inanmış, adanmış ruhlardan biridir. Hayatı baştan ayağa bir fedakârlık… Sudan’da bir yiğit doğar. O topraklarda yaşanan olumsuz koşullar ve kıtlıktan dolayı doğan çocuklar genelde hep zayıftırlar. Ama dünyaya gelen bu yiğit diğer çocuklara nazaran daha yapılı ve olumludur. Babasının ölümü üzerine o yiğidi dedesi büyütür. Daha iyi şartlarda yaşaması için onu, Sudan’dan Kahire’ye götürür. Burada yaşamaya devam ederlerken, dedesinin hep bir Osmanlı hayranı oluşu torununa da yansır ve torununu bir Osmanlı Türk’ü gibi yetişmesini ister. İstanbul’a göndermeye karar verir. İstanbul’a varır ve müthiş bir Türkçe öğrenir. O artık dedesinin büyük arzusunu yerine getirir. Arkadaşlarından onu ayıran bir özelliği vardır. İri cüssesi ve siyah teni, bu yüzden ona Sudanlı Zenci Musa diye seslenirler…
Yetiştiği dönem ne yazık ki Osmanlı’nın ölüm kalım mücadelesi verdiği zamanlardır. Koca çınar yüzlerce cephede savaşmak zorunda kalmış ve adeta kurumaya yüz tutmuştur. Musa, Libya’da Osmanlı ordusu ve ŞEYH AHMET ŞERİF SENUSİ’nin İtalyanlara karşı verdikleri mücadeleyi duyar ve Kahire’den Libya’ya gider. İşte bundan sonra vatan için, din için, haysiyet için vereceği savaş hiç bitmez; ta ki ölünceye değin. Osmanlı nerede savaşıyorsa Zenci Musa da oradadır.
Zenci Musa, Kuşçubaşı Eşrefle Libya’ da yani Trablusgarp’ da tanışır. O zaman Eşref Bey’e büyük bir hayranlık duyar ve kendine söz verir. Ölünceye kadar onun yanından ayrılmayacağını. Ardından Zenci Musa, Eşref Bey’in emir eri olur. Peşinden, gittiği bütün cephelere gider. O yüreğini devletine ve Anadolu’ ya bağlamış yiğit bir Müslüman Arap’tır. Zenci Musa, işgal yıllarında her nefer gibi o da cepheden cepheye koşar ve savaşır. Adeta bir akıncıdır. Osmanlı Ordusunun eli, ayağı olur. Daha sonra Kuşçubaşı Eşref’ in gizli bir görevle, Yemende ki yedinci Orduya altın götürmek için Arabistan’a gider. İki ayrı heyetle giden gurubun Eşref Bey kolu Hayber de, 25.000 kişilik bedevi İngiliz kuvveti tarafından kıstırılır, Eşref Bey’in başında ki gurup, iki gün boyunca direnir. Sonun da Eşref Bey yaralı olarak esir alınır. Fakat Zenci Musa gurubuyla beraber altınları kaçırmaya başarır. 1917 de gerçekleşen bu savaş, London Times Gazetesinde, sekiz sütundan manşetle verilir. Altınları kaçıran Musa, beş yıl boyunca beraber savaştığı kumandanı Eşref Bey’ den ayrı düşer. Malta’da esir düşen Eşref Bey’le bir daha görüşemez.
Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde Sudanlı Zenci Musa’yı şöyle anlatmaktadır.
“Eşref Bey'in emir eri Zenci Musa
İsa Peygambere omuzlarını ödünç verir
Ve Peygamber bu sayede göğe tırmanabilir”
Zenci Musa, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte, İstanbul’a geri döner. Gidecek hiçbir yeri yoktur. Dönemin yetkili paşalarından Ali Sait Paşa, Musa’yı Yemen’den tanır. Ona yardım etmek ister. Musa’ ya bir gün der ki:
-Musa, emeklilik için bana bir dilekçe ver, bende tastik edeyim, sana emekli maaşı bağlasınlar. Buna karşılık Musa paşaya ibretlik bir cevap verir. ‘Paşam ben bu fakir milletten emekli maaşı alamam’ der. Sait Paşa bu işin peşini bırakmaz ve bir gün de onu, dönemin yetkililerinden birinin yanına götürür, ona kâhyalık teklif eder. Fakat Musa, yine o müthiş ahlakıyla buna da cevap verir. ‘Ben bunu kabul edemem, onu yaşlı bir Müslümana verin, orda hamallık varsa yaparım’ der. .” Karaköy Gümrüğünde hem hamallık yapar, hem de geceleri Anadolu’ya silah kaçırılmasını sağlar
İngiliz küstahlığına bir Osmanlı şamarı
İngiliz komutan General Harrington bir gün gümrükte gezerken Zenci Musa’yı gösterirler. Hani İngilizlerden 300 bin altın kaçırmıştı ya. Komutan, “bizimle çalışırsan seni altına boğarım” diyerek Musa’ya bir teklif yapar. Musa ise şu cevabı verir: “Her teklif herkese yapılmaz. Bu teklif beni rencide eder. Benim devletim Osmanlıdır. Bayrağım ay yıldızlı bayraktır. Komutanım Eşref Bey’dir. Bu iş bitmedi. Sizinle mücadelemiz devam edecek.” Evet, tarihî bir cevap, hiç akıldan çıkarılmayacak… Bir iman eri ancak böyle bir şey söyleyebilir. Sömürgeci İngiliz küstahlığına bir Osmanlı şamarı.
Zenci Musa’nın bunca koşuşturmacada güçlü bünyesi zayıf düşer. Verem olur. Bir sanatoryuma yatırılma teklifini dahi kabul etmez. “Benim yerime orada daha muhtaç Müslümanlara bakılsın” der. Bavulunu alıp Özbekler Tekkesi’ne yerleşir. Bir süre sonra burada vefat eder. Bavulundan bir Mushaf’ı Şerif, Osmanlı haritası, Eşref Bey’in fotoğrafı ve kefen bezi çıkar.
Sudanlı Zenci Musa Trablusgarp’ta, Balkan Cephesinde, Çanakkale’de, Kudüs’te, Yemen’de ve Anadolu’da İstiklal Harbinde canhıraş bir gayret ve emekle mücadele etmiştir. Kuşçubaşı Eşref O’nun ölümünü duyduğunda şunu söylemiştir: “Ben Malta’dan kurtulup, Milli Mücadele’nin bayrağını açanlardan biri olmak şerefine mazhar olduğum günlerde, Musa o benim Arabım, veremden ölmüş.”
Evet, bunları okuduktan sonra, ne kadar vefakâr insanlarmış dememek mümkün mü? Onların tek ideallerinin vatanı, milleti, bayrağı, dini olduğu apaçık ortadır. Bugünlerde kendilerine kimlik arayışı içerisinde olanlar, hiç arayışa girmesinler, bir kere okusunlar bu hayatı, görsünler mücadele nasıl verilirmiş, görsünler vatan nasıl sevilirmiş, görsünler bayrak nasıl sevilirmiş, görsünler din nasıl sevilirmiş. Zenci Musa bir Arap’tı. Ama tek vatanı Devlet-i Osmaniye idi. Tek bayrağı Ay Yıldızlı bayrak ve Tek dini İslam’dı.
Selam olsun Zenci Musa’ya!..
29.01.2017