Almanya’da ırkçılık olduğunu kabul etmek için tam altmış yıl geçti. Alman toplumunun yüzde doksanı, her alanda ırkçılığa dayanan ayrımcılık olduğunu kabul ediyor.
21 Mart 1960 yılında Güney Afrika’da, siyahîlerin beyazların üstün baskılarına karşı çıkardıkları isyan polis gücüyle bastırılmıştı. Bu olay esas alınarak Irkçılığa Karşı gün olarak toplumun her kesiminde, bilhassa BATI ülkelerinde çeşitli etkinliklerle işleniyor. Bu yıl sloganı Sen de Karış, Sen de Katıl, seçildi.
Problemi çözmek için kendinden başla, ırkçılık ayrımcılık, hor görme ile başlıyor. Birey kendini dinlemeli, ön yargılara karşı açık davranmalı. Daha sonra çevrede, günlük hayatta, resmî dairelerde, okulda alınacak tavır ve önlemlere dikkat çekilmeli.
Bu yıl etkinlikler haftalara yayılıyor, okullarda da konunun işlenmesi çok sevindirici.
Almanya’ya gelen ilk konuk işçiler dil bilmediği için ayrımcılığı fark edemiyor, hor görüldüğünü anlamıyordu. Almanların yapmak istemediği zor ve kirli işlerde çalışıyorlardı. Kısa zamanda zorluklara katlanıp, para biriktirip Türkiye’ye geri döneceklerdi.
Fakat böyle olmadı, kalıcı oldular. İkinci nesil susan, sineye çeken birinci neslin sesi oldukları gibi, haklarını koruma, katılma cesaretini ülkenin resmî diliyle yazıyor, söylüyor. Söz ve işlev hakkını elde tutan, çoğunluk toplumu adına kararlar alan, küçük ama baskın ve güçlü gruba hitap ediyorlar.
Çok zorluklarla ayrımcılığa, hor görülmeye karşı koyarak mücadele edip, başarılarını hikâye eden çok kitap yazıldı. Çok da ilgi görüyor. Genç yazarlar okumadan, okumaya koşuyorlar. Bazı kitaplar film ve tiyatro eseri olarak uygulanıyor.
Deniz Aykanat’ın yazdığı, Die İsartürkin, Bavyera Türkü, kitabı şimdiye kadar okuduklarıma hiç benzemiyor.
İki ülkede ailesinin yaşamı hikâyesi sonunda yazdığı, tarih çizelgesi ve Türkçe ve Bavyera dilinde kavramları açıklaması dile hakimiyetini gösteriyor. Bu bilgiler kitabın içeriğini zenginleştiriyor.
Öfkelenecek, ağlanacak hale gülmek, diye buna denir. Ciddi bir konuya, yani ayrımcılığı alaycı bir dille şaka gibi geçiştiriyor.
Çocuk ve gençlere şakaya vurarak, hazır cevap vermeyi öğretmek gerekiyor. Artık bilimsel olarak konuyu işlemek, geçmiş deneyimlerden faydalanarak ders çıkarma aşamasına gelinmiştir.
Deniz, kitabında her iki toplumda ayrımcılığı, hor görmeyi yaşamış. Babası turizm sektöründe Marmaris’te yaşadığı için uzun süre Türkiye’de de deneyimi var. Bavyera Eyaleti diğer eyaletlerden daha tutucu, adet gelenek ve dine, Katolik mezhebine daha sıkı bağlı. Babası Türk, annesi Bavyeralı Alman olduğu için de geniş akraba toplumunu çok yakından gözleme imkânı buluyor.
Deniz Aykanat, 1985 yılında dünyaya geliyor. İki kültür arasında yaşarken, çok keskin gözlemci, İstanbul ile Bavyera arasında Hayatım, kitabıyla tanındı. Süddeutsche Zeitung’da gazeteci olarak çalışıyor. Gazetede yazdığı makaleleri bu kitapta derliyor.
Her iki kültürün iyi yönlerini benimseyerek kendini yetiştiren Deniz, bir dil bir insan, iki dil iki insan, atasözünü genişletiyor ve çok dil çok insan, diyerek ne kadar zengin olduğunu gösteriyor.
Her iki toplumda yanlış giden bir şeyler var. Merak edilmezse öğrenilmez, birbirini tanımayınca ön yargılar dostluğa engel olur. Mutfakta bir kavga yok, baklava, kebap ve daha birçok Türk yemekleri seviliyor. İnsanlar dini, etniği gözetmeden birbirine sigara ikram ediyor, yemeğe davet ediyor. Birlikte yaş günü kutluyor, parti yapıyor. Ama iş ve ev aramaya gelince, Türk adıyla zorluk çekiliyor.
Bavyera Eyaleti ile diğer eyaletler arasındaki kültür ve dil farklı, göçmenler nereye ve neye uymalıdır, sorusuna cevap arıyor okur.
Vazgeçmemek, bıkkınlık göstermeden mücadeleyi elden bırakmamak sağlıklı çaredir. Deniz artık ev aramadan vazgeçmek üzere. Bu son, artık ailemin yanında oturmaya devam etmekten başka çare yok, diyerek yola koyulur. Son baktığı ev sahibi Polonya kökenlidir. Böylece hem ev hem de bir dost buluyor.
Hava alanında görünüşünden dolayı Almanca anlayıp, anlamadığını soran görevliye Türk öğretmeni, dil dersine mi ihtiyacınız var, yıllarca Almanca öğrettim, diyor. Görevli şaşırıyor, utanıyor ön yargısından dolayı. Aslında aşağılayanın psikolojik durumu sorgulanıp, tedavi edilmelidir.
Kırılmak, öfkelenmek duygusal olduğu için doğru, hazır cevap vermeyi engelliyor. Böyle durumda kurban, zavallı duruma düşülüyor. Aşağılamak, hor görmek, hakaret etmek isteyenin amacına ulaşması sağlanmış oluyor.
İkinci ve hatta üçüncü nesil biz de varız, katılım istiyoruz, diyorlar. İşveren olarak, doktor, öğretmen, politikacı, kısacası başarı göstermedikleri hiçbir ortam ve alan kalmadı. Gençlerin başarıları ruhuma merhem gibi iyi geliyor. Ama, artık yeni şeyler söylemeli.
Ayrımcılığı Şakaya Vurmak lâzım. Farkında olmadan, bilmeden yapanları uyarmak, bilerek hor görenlere hazır cevap vermeyi öğrenmek ve öğretmek zorundayız.
Bu kitabı okur severler, komedi oyunları arzuyla izleyenler, sinema ve tiyatro gösterilerine senaryo yazanlar mutlaka okumalıdır.
Şakayla kalın!
Okuduğum ve kaynak olarak kullandığım kitap:
Deniz Aykanat, Die Isartürkin, Diana Verlag, München 2019
e-ISBN: 978-3-641-23331-0 [e-book]