NARİN…
Bu kanayan yaranın adı NARİN…
Kırdılar kanatlarını, uçamadın!...
Tutuştu yürek yangınlarıyla bulutlar,
Sonra söndü yaşama dair tüm umutlar…
Vakitsiz öksüz kaldı akan sular.
Kanamakta bakışlarda cam kırıkları!
Sızım sızım eser ağlak seher yeli!
Döker güneş yaprağını ayrılığa.
Yüreklerde kanayan NARİNDİR!...
Köpürtüldü cehalet, semirdi ihanet.
Uzağına düştü insanların insanlık…
NARİN öldürüldüğünde adalet ölmüştü zaten!
Yaşamdan koparılan körpe canlar;
Görün ve anlayın utancımızı.
Yıkıldı gök kubbe başımıza!
Sorumluların utancı daha büyük olmalı!...
Narin’in kaybı sadece ailesinin ve tanıyanların değil; ülkemizin kaybıdır. Aynı zamanda dünya insanlık ailesinin kaybıdır. Bu ilk kaybımız değil ki, son olmasını yürekten dilerim. Her toplumda görülebilen bir kural var. Kriz önce zayıfların yakasına yapışır(!) Toplumda zayıf olanlar çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve yabancılardır. Yaşam temelinde ise; insanların dışında kalan tüm yaşamdaşlarımız zayıflar kategorisindedir. Doğa, bitkiler, hayvanlar… İnsanların ne kadar yıkıcı ve yok edici olduğunu görerek ve yaşayarak ya da bize aktarılan yaşanmışlıklardan biliyoruz(!) Bütün sorun, kişilerin yaşama bakışlarıyla ilişkilidir. Laik ve demokratik bakış açısına sahip olmak, insani bir konuma evrimleşmiş olmakla ilişkilidir! Gelişimini tamamlayamamış olanlar, kişisel çıkarını toplumun, doğanın ve öteki varlıkların çıkarlarının önüne koyanlar yaşama farklı bir pencereden bakmaktadırlar(!) Kamu yararı onlar için geçerliği olmayan bir boş söylemdir. Kadını eşiti olarak görmeyen bakış, çocukları olmasa da olurlar safına koyar. Yaşlıları yük, hastaları bir an önce kurtulunması gerekenler olarak kabul eder. Sadece çıkar sağlayabileceği varlıkların var olmasını tercih eder(!) “Narin cinayeti gittikçe yoğunlaşan bir çürümenin, yozlaşmanın işaretidir. Daha öncekilere, karşılaştığımız cinayetlere sıradanlığın rahatlığı içinde bakıp geçmişiz demek ki. Bu kez gözlerimizi kaçıramadık. Narin, güzel gözleriyle, “koku buradan geliyor, saklandığınız yere çok yakın, bu kez görün artık” dedi bize. Kimi arkadaşlar işi cehalete bağlıyorlar, ama cehaletin nereye bağlı olduğu gözden kaçmıyor mu? Gökten inmiyor cehalet, zenginliğin içinden yola çıkıyor, orada mayalanıyor, siyasetin desteğiyle palazlanıyor, yoksulluğa ulaşıyor en kestirme yollardan. Onların adı var sanı var, çağın dışına düşmüş ama buna karşın büyük ve nereden geldiği belli bir cesaretle sokaklarda çağdışılığın propagandasını yapabiliyorlar. Zenginlik içinde yüzen tarikat şeyhleri, şıhları cenneti parayla satarken, cehennemi de korkuyla karıştırıp sunuyorlar. Tarikatlar evvel eski cehalet üretim merkezleridir. Gerçekleri bildikleri halde hâlâ onları sivil toplum kuruluşu olarak görmeyi sürdüren kendilerine liberal solcu denilmesinden çok hoşlanan hâlâ “yeter mi yetmez mi” karar vermekte zorlanan, her marşın arkasında darbe arayan, cehaletin yayılmasını özgürleşme diye tanıtmaktan hoşlanan saygın aydınlarımız yok mu, işte onlar da cehaletin alacakaranlığını hoş görmeyi ve o karanlığın sahte ışığı olmayı pek güzel beceriyorlar. “(GÜRAY ÖZ)
Sivil toplum yakıştırması, kelimenin tam anlamıyla saçmalamaktır. Sivil olgusunun belirleyenlerine bakalım. Sivil duruş, iktidara karşı olan bir duruştur. İktidarın çözmediği sorunları çözmek; farkındalığı, öz gücünü kullanmayı(akıl), düşünerek uygun ve olabilir çözümleri üretmeyi gerektirir. Bu aynı zamanda bağımsızlığın ve özgürlüğünde kanıtıdır. Aklını kullanmayan veya kullanamayan sokma akılla gitmeye çalışır(!) Benim yaptığım sivil tanımı şöyle: Bir sorun çevresinde ve çözüm temelinde bir araya gelen özgür iradi katılımcılardan oluşan ve herhangi bir otoriteden emir ve direktif alamayan, ast ve üst ilişkisi olmayan bir yapılanmadır. Sorun çözme aşamasında katılım paylaşımı yapılır. Bu koşullarda milliyetçilerin ve dincilerin oluşturduğu yapıların sivil olma olasılığı yoktur! Tarikatları sivil toplum sayan bakış sağlıklı olmadığı için; bilerek ya da bilmeden yanlış yapıp doğru sonuç beklemek akıl ve izanla bağdaşmaz!
Yol Politika Kolektifinin sunduğu ve İsmail Arı’nın kaleme aldığı bir yazıdan alıntıyla devam edelim:
“Doğu ve Güneydoğu illerinde AKP’nin yeni koalisyon ortağı, Hizbullah/HÜDA PAR da benzer bir işlevi görüyor. 1990’lardan bu yana kontrgerilla yapılanması olarak bölgede suikast ve katliamlar düzenleyen örgüt. Konca Kuriş cinayeti hâlâ toplumsal hafızamızda yerini koruyor. Bu örgütün AKP döneminde bir sivil toplum kuruluşu, yasal parti muhtevası ile giderek daha da kalıcılaşması büyük riskler barındırıyor. Diğer tarikatlara kıyasla farklı derin bağlantıları ve icraatı olan bir örgütlenme. Dolayısıyla bugün “Yürü ya kulum” denildiği, önünün açıldığı bir konjonktürde tüm toplum için çok büyük bir tehlike. Ancak Narin'in ölümü ile ilgili Hizbullah-HÜDA PAR bağlantısı olabileceği iddiası değerlendirilse de bölgedeki en güçlü cemaat Menzilciler... Keza AKP vekili Galip Ensarioğlu’nun “Aile dostumuzdur” demişti. Suçu ve suçluyu açıktan koruduklarını da saklamıyorlar. Narin’in ölümünde Hizbullahçıların mı Menzilcilerin mi yoksa farklı bağlantıların mı ortaya çıkacağını zaman gösterecek. Ancak bildiğimiz bir şey var ki bu ülkenin çocukları da bu çocukları koruması gereken devleti de tarikatların eline teslim edilmiş durumda; köy köy, ilçe ilçe.”
Bu noktada laikliğin anlam, önem ve gerekliliğine vurgu yapmak gerek. Yaşamda tüm varlıkların yaşama hakkının korunup kollanmasını ve toplumda konumu zayıf olanların ayrıca pozitif ayrımcılıkla korunup kollanması gerektiğini unutmamalıyız. Adil paylaşım eşitliğin gereğidir. Millet olmanın olmazsa olmazı ortak değerler, ortak sahiplik ve ortak yaşamdır!