*Bir Seenager Güncesi

Yaşlandım mı?
Evet.
Ama gençlik gitti mi?
Hayır. O henüz benliğimde bir yerlerde duruyor.
Bazen gözümün kıyısında bir kırışıklıkta gülümsüyor, bazen baston gibi duran kalemimden akıyor…

Yüzümdeki çizgiler, yaşamın bana armağan ettiği deneyimlerin izleri. Ama içimdeki o liseli kız çocuğu hep yaşıyor. Radyodan ilk kez Beatles dinlediği günü unutmayan, aşkı ilk kez bir okul bahçesinde gören, yasaksız bir geceyi özgürlük sanan o genç kız…

Şimdi “Seenager” diyorlar bizim gibilerine — daha açık bir anlatımla “Senior Teenager”, kıdemli ergen!
Ne güzel bir ironi, değil mi? Çünkü artık gerçekten her şeyimiz var. Hem de gençken düşlerini kurup da edinemediğimiz, ele geçiremediğimiz hemen her şeyimiz var.

  • Okula gitmek yok, sınav yok, karne stresi hiç yok.

  • Sabah erkenden işe yetişme koşturmacası da bitti.

  • Her ay gelen bir “emekli harçlığı” var; düzenli ve risksiz.

  • Ev benim, karar benim, uyduğum ya da belirlediğim kurallar da benim.

  • Sokağa çıkma yasağı yok, hesap soran anne-baba yok.

  • Sivilceler yok ama olgunluk çizgileri var; ve her biri yaşanmışlıkla derinleşmiş…

  • Uykum kaçarsa eğer gece, geçiyorum bilgisayarımın başına... Kaçırdığım başka yaşamları yakalıyorum; simülasyon yoluyla da olsa.

YouTube’da İskandinav ormanlarını geziyorum, yapay zeka türevleriyle felsefi tartışmalara giriyorum, geçmişte kaçırdığım o kitapları e-kitap olarak indiriyorum.
Teknoloji bana gençliğimin ertelediği olasılıkları sunuyor.
Gece sessizliğinde yalnızca bilgisayarımın yansısı değil, içimdeki o kıpır kıpır “teenager” da aydınlanıyor.

Çocuklarıma uzun, uzun öğütler vermiyorum artık. Üstelik hangimiz öğüt veren büyüklerimizi dinledi ki? Biliyorum gençlik öğüt dinlemez; yaşa dokunmuş bir gülümseme daha çok şey anlatır.

Ama bazen ben de onlar kadar “ergen” çıkışlar yapıyorum:
Markette fiyatları ya da ürünlerin niteliksiz oluşunu yermek, belediyenin ve onun uydusu ya da uzvu gibi çalışan "sözde" demokrasi platformu kent konseylerini eleştirmek, sosyal medyada yorum kavgasına girmek...
Bunlar da bir tür ergenlik değil mi?
Ama bizim ayrıcalığımız şu:
Biz yaş aldıkça asileştik.
Kalp kırmayı değil, kalpleri onarmayı öğrendik.
Yalnızlığı, sessizliği ve sabrın değerini geç de olsa anladık.
Ve gülmeyi… Hem de en çok sustuğumuz anlarda gülümsemeyi çok iyi öğrendik.

Ben Seenager’ım çünkü yaşlanmakla büyümek arasında fark var.
Ben yaşlandım ama büyümeyi henüz tamamlamadım.

Sabah gazeteleri internetten okurum, yazılarım, akademik makalelerim için kağıtları kullanmam, not defterim elbette ki bilgisayarım...
Çünkü ben Forever Young felsefesini yaşayanlardanım.
Dünyanın hızına uyum sağlarken, kendi ritmimi de koruyorum.
Anın ruhuna ayak uyduruyorum ama kendi ruhumu da yolda bırakmıyorum; her an kendimi güncelliyorum, her an update modundayım.

Şimdi kahvemi alıyorum, balkonuma geçiyorum.
Kuşlar aynı ötüyor ama ben artık başka dinliyorum.
Gençliğimde koşturmaktan anı yaşayamazken; şimdi yaşamın tadını çıkarıyorum.
Artık telaşsızım, daha çok düşünüyorum, daha çok gülümsüyorum.

Belki yaşamın “ikindi saatindeyim”. Ama gökyüzüne bakarken yıldızlarla ilgili masalsı düşlere dalmak yerine, ama bu kez yıldızları değil Pezos'un, Musk'ın ya da Gates'in uyduları acaba hangisi olabilir diye varsayımlarda bulunuyorum.

Ben Seenager’ım.
Çünkü yavaş, yavaş kırışmaya başlayan tenimin altında bir teenager yatıyor, sanki bir başka 70 yıl daha yaşayacakmışım gibi yarınlarıma umutla bakıyorum

Geçmiş yıllarda Turgut Özal'in kalp ameliyatın 87 yaşında gerçekleştiren Dr. De Bakey'in dediği gibi

❝Yaş dediğiniz şey yalnızca bir rakam" Hiç kuşkusuz ruh genç kaldıkça yaşam her yaşta sağlıkla uyanılan her yeni günde yeniden, yeniden başlar.❞ diyerek çevreme de neşe saçıyorum.