İnsan bir sebep, herhangi bir olay olmadan gülemez. Güldürmeyi meslek edinen sanatçıların daima neşeli olup olmadıklarını biyografilerini okuyunca anlıyoruz.
Almanya’da Hristiyanların Büyük Perhize girmeden önce salonlarda ve sokaklarda Karnaval eğlencesi düzenleniyor.Çeşitli maskeler ve renkli kostümlerle resmi geçit yapılıyor. Organize edilen eğlencede içten gelerek olduğu gibi, zoraki gülmek de mümkün.Bu arada politikacılar yerden yere vuruluyor. Şaka sınırda bırakılıyor, ki politikacılar da birlikte gülüyor. Hiçbir sanatçı, yazar göz altına alınmıyor.
Cosmo Radyo Türkçe bölümü, dinleyicilere Karnaval eğlencesine katılma konusunda düşüncelerini soruyor.Medya ve basın iyi haber, haber değildir, diyerek sürekli kötü haber ve felâketleri veriyor. Üçüncü Paylaşım Savaşının yakın olduğu sinyalleri, iklim değişimi ile gelen doğa felâket haberlerini bastırdı. BATI/NATO silahlanma yarışında.Bu durumda, ruhsal hastalıklardan korunma ilacı gülebilmektir. Güleç insan neşeyi dudak ağız, yüz hareketleriyle ve çokluk sesli olarak belirtir. Neşelenme ve eğlenmeyi unutan insan hasta olur. Vücut bilhassa ruhsal hastalıklara açık olur. İnsan ilişkilerinde fakir olur.Neşeli insan güneşe benzer, girdiği yer aydınlanmış gibi olur.
Eğlenme ve gülme konusunda katı kurallar yoktur. Her insan kendi karakterine, yaşına, cinsiyetine göre güler ve eğlenir. Başkalarını rahatsız etmeyerek yaparsa, hürdür ve gülme eğlenme de insan hakkıdır.Büyük anne torunu gülmeye başlayınca mutlu olur ve onunla birlikte neşelenir. Bir çocuk kedisinin hareketlerine bakarken sevinir, güler. Mimar inşa ettiği binaya bakar, hayran olur sanatına, rahatlar ve kahve veya bira eşliğinde kutlar. Öğretmen öğrencilerinin başarılarıyla mutlu olur.
Ataerkil toplumlarda kadına gülme, hatta hayatta zevk alınan her şeyi, kendi çizdiği kurallarla dini öne sürerek, yasak edilir.Yaş günlerinde tanıdığım dostlara önce sağlık ve huzur diliyorum, sonra kısa süreli mutluluk insan hayatına sık sık uğrar, diyorum. Dün akşam bana da uğradı, hatta bu satırları yazarken devam ediyor.
Öğrencim Kiraz beni arabasıyla aldı, ablasının okuma etkinliğine götürdü. Seksen yıllarında her iki kız kardeş öğrencim olmuştu.Okuma akşamında yazar öğretmen Dr. Çiçek Bacık, diğer iki yazar arkadaşını tanıtarak moderatörlüğe başladı.
Okudukları kendi hikâyeleri, gerçek hayatta konuk işçi ilk nesil ve ikinci neslin acıklı dram niteliğindeydi. Hikâyeleri dinleyenler göz yaşını tutamıyordu.Fakat beni mutlu eden tarafı vardı. Almanya’ya işçi gücü olarak geldiler. Ne geldikleri ülkeden ne de çalıştıkları ülkede değerleri görülmedi, kıymetleri bilinmedi.Misafir işçilerin çocukları ve torunları kendi anne babalarının ve büyük ana babalarının geçmiş öykülerini yazıyor, okuma akşamları düzenliyorlar.Yazarların ikisinin aileleri Türkiye’den, birinin geldiği ülke Vietnam. Anlatılarıyla gelinen ülkelerin ve yaşadıkları ülkenin tarihini tamamlıyorlar.
Dil bilmeyen ilk neslin sesi oluyor ve iş gücüyle işçi olanları insan yerine koyuyorlar. Nitekim insan tarih yapar, insan olanın hikâyesi, öyküsü ve romanı yazılır.İşte, öğrencilerimin tüm zorluklara karşı başarıp bugüne gelmeleri beni çok, ama çoook mutlu etti. İkinci ve üçüncü neslin yazdığı hikâye ve romanlar artık tiyatro ve film dünyasına konu ve kaynak oluyor. Yazılan bu kitaplar sayesinde Almanya göç ülkesi olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Hatta hükümetin yaptığı göç yasasına kaynak olduklarını iddia ediyorum.Hazır mutlu olmuşken geçmiş yıllarda nelere gülmüştüm, diye düşünürken bir Macaristan seyahatimi anımsadım.
Bir trafik kazasından sonra Macaristan Eğri şehrinde, zorunlu olarak arabamızın tamiratını bekledik. Almanca ve Türkçe kitap orada tedarik etmek o yıllarda mümkün değildi.Osman Engin’in iki kitabı yanımdaydı. Bitmesin diye her gün biraz okuyup, gülerek gerisini ertesi güne bırakıyordum. Hangi kitaplar olduğunu hatırlamıyorum, ama şu anda masamdaki iki kitabın başlığı bile güldürüyor. Deutschland allein zu Haus, Almanya Evde Yalnız, Kanaken-Gandhi.Osman dört hafta Türkiye’ye izine gidince, Almanya evde yalnız ve üzüntülü. Kanaken Okyanusda bir adanın adı. Bu ada Almanya’nın sömürgesiydi. Savaşta kaybetti, ama aşağılama sözü Alman toplumunda başka edilen, sevilmeyen Asya ve Afrika kökenlileri için küfür gibi kullanılan bir kavram. Osman sınır dışı edilmemek için kurnaz oyunları bir roman olarak anlatıyor.Acı ve dram olan olayları Almanca ilk defa anlatan hicivci Şinasi Dikmen oldu. Alman toplumuna ayna tutuyor, işte siz böylesiniz derken güldürüyordu.Hurra, ich lebe in Deutschland, Yaşasın Almanya’da Yaşıyorum, kitabın önsözünü Dieter Hildebrandt yazmıştı. Muhsin Omurca ile sahnede canlandırdığı Knobi-Bonbon kabaresini çoğu izlemiştir. Knobi Türklerin sevdiği Knoblauch/Sarımsak kelimesinden, Bonbon/şeker Almanlar için kullanıldığı düşünülür. Bu durumda gülmeye başlanır, aslında ağlanacak haldir.
Gülmeye Hayati Boyacıoğlu’nun karikatürleriyle devam etmeli. Cartoons, İntegrationale Begegnungen, Uyumlu Karşılaşmalar kitabında kimin kime uyması gerektiğini net olarak çizimlerinde anlatıyor. Facebook’ta çizdiği karikatürleri takip eden çok sayıda izleyicisi var.Sevgili okuyucularım, Karnaval kutlayanlara kutlu olsun. Biraz nefes alalım, gülme iyi gelir diyerek, yukarda bahsettiğim kitaplar kitaplığınızda hâlâ yoksa tedarik edin, derim. Merak edenler internette güncel yayınlarını bulabilirler.Neşeli ol ki, genç kalasın. Bu dünyadan da zevk alasın. Gayretler süslenir hep neşeyle. Neşeli ol ki, genç kalasın.Her şey gönlünüzce olsun.
Hoşça kalın!
Masamda güldüren kitaplar ve bir dergi:
Osman Engin, Deutschland allein zu Haus, Roman, Deutscher Taschenbuchverlag (DTV), München, 2013
ISBN: 978-3-423-21447-6
O.E., Kanaken-Gandhi, Elefanten Press Verlag, Berlin 1998
ISBN: 3-88520-688-9
Şinasi Dikmen, Hurra, ich lebe in Deutschland, Satiren,
R. Piper Verlag, München 1995
ISBN: 3-492-12159-4
Hayati Boyacıoğlu, Cartons, İntegrale Begegnungen,
Die Brücke e.V., Saarbrücken 1994
ISBN: 3-925134-09-3
Dergi: ZEIT-Magazin No: 4, Was gibt’s da zu lachen?
18.01.2024ö sayfa: 12-21