Türkiye’nin sorunları ile dertlenen kime sorarsanız nerede ise tamamı ağız birliği yapmışçasına “Gazi Mustafa Kemal Atatürk çok değil bir on yıl daha yaşasaydı biz bugün şartları daha iyi, gelişmesini tamamlamış ,teknolojik noktada batı ile yarışacak hatta onları da geride bırakmış bir ülkenin şen-şakrak-mutlu insanları olarak bir hayat sürüyor olacaktık” şeklinde görüş belirteceklerdir.
Artık her şeyin “bitti” denildiği bir noktada Türk milletinin önüne düşen Atatürk dünyanın tüm Emperyalist ülkelerini dize getirmiş, tahmin bile edilemeyecek başarılara imza atmış, muhteşem savaş galibiyetleri almış ancak savaşta kazandığı başarıları sosyal hayata daha fazla oranda serpiştiremeden kendisini yaratan Allah’a teslim olarak ebediyete intikal etmişti.
Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı 1938 yılından 12 yıl sonra yani 1950 yılında Türkiye çok partili hayata geçmiş aradan geçen 70 yıllık zaman dilimi içerisinde en sağdan en sola kadar nerede ise iktidara gelmeyen siyasi görüş kalmadığı halde Türkiye o gün bu gündür istenilen ekonomik gelişimi sağlayamadığı gibi sosyal barışı da hayata geçiremedi.
Türkiye bugün 84 milyonluk dev bir ülke 1960’lı yıllardan itibaren Avrupa ülkelerine gönderdiği milyonlarca vatandaşımız sayesinde nerede ise dünyada Türk insanının olmadığı ülke yok gibi,
Başta Avrupa olmak üzere dünyanın dört bir tarafında yaşayan vatandaşlarımız 1960’lı yıllar itibarı ekmek kavgasına giriştikleri ülkelerdeki gelişmeleri görüp sevinirken Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bu zor durum karşısında da ister istemez üzülüyorlar.
Çok partili hayata geçileli beri Türkiye’nin bir türlü istenilen gelişmişlik seviyesine gelememesi ister istemez siyaseti de olabildiğince sertleştirdi, Vatandaşın hayatını kolaylaştıracak, rahatlatacak teknolojik buluşlara imza atılamayınca hemen her dönem dış tehditlere açık bir ülke durumundan kurtulamadık bu vesile ile de neredeyse her on yılda bir dış destekli askeri darbelere yada darbe girişimlerine maruz kaldık.
Türkiye’nin ekonomik olarak büyük sıkıntılar içerisinde olduğu az çok biliniyordu ancak bu sıkıntıların ortaya çıkmasını tetikleyen süreç 2020 yılının mart ayından itibaren tüm dünya ile birlikte bizi de etkisi altına alan Korona salgını ile çok net bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
Dikkat edilirse Korona sürecinin yönetimi ile ilgili olarak o günlerde Avrupa ülkeleri var olan ekonomik güçleri ile aşağı yukarı salgın belasını savuşturmak üzere iken Türkiye uzun bir süredir salgından kurtulmanın birinci önlemi olan Aşı konusunda tam bir karmaşa yaşamıştı..
Böylesi bir çaresizlik içerisinde siyaset ister istemez çözüm odaklı noktalardan olabildiğince uzaklaşmış bir şekilde “Din-Milliyetçilik ve Muhafazakarlık” üzerinden yürütülmeye çalışılıyor, böyle olunca da ülke tam ortadan ikiye bölünmüş bir şekilde kavga ortamına sürükleniyor.
Var olan iletişim kanalları vasıtası ile Avrupa ülkelerindeki insanların nasıl yaşadıklarını o ülkeyi yöneten siyasetçilerin davranış biçimlerini, Siyasetin naifliğini anında öğreniyoruz, öğrenir öğrenmez de kendi kendimize “Biz neden onlar gibi olamıyoruz.?” sorusunu yöneltiyor ancak cevabı bir türlü bulamıyoruz.
Sokaklara çıkıyoruz nerede ise yüzü gülen tebessüm eden insan sayısı yok gibi,
Banka önlerinde yüzlerce metrelik insan kuyruğunun nerede ise tamamı bir şekilde bankalardan kredi alıp hayatını bir nebze daha devam ettirmenin derdine düşmüş,
İş hacminin her geçen gün daralması dolayısı ile işsiz kalan ve evine ekmek götüremeyen milyonlarca insan akşama eve bezgin bir şekilde gitmemek için bir sürü yol deniyor.
son dönemlerde dövizde meydana gelen aşırı dalgalanma sonrasında ortaya çıkan hayat pahalılığı, maaşlara yapılan ancak hiç kimseyi memnun etmeyen zamlar derken tam bir huzurluzluk ortamına demir attık kaldık.
Bütün bu sıkıntılardan uzun vadede kurtulmanın yolu en başta iç barışı sağlamaktan geçiyor,
Siyaset yapanlar karşısındakini de dinleseler onlarında bu ülke için fikirlerinin olduğunu kabul etseler yumruklarını sıkmasalar,
Egolarını hayatlarının en ön noktasına almasalar muhtemelen şu anki halimizden daha iyi durumda olacağız.
-Birbirimizi anlamamız gerek.
-Sağduyuyu elden bırakmamak gerek.
-Ön yargılardan kurtulmak gerek.
-Karşımızdakinin de bu ülkeyi bizim kadar hatta bizden daha fazla sevdiğini bilmemiz gerek.
Olayları sakin kafa ile değerlendirmek gerek.
Bütün bunlardan sonra da gerçekten
GÜLMEMİZ GEREK..
BAMBAŞKA YARINLAR GÖRMEMİZ GEREK..