İnsanlığın bitmeye ve eskimeyen özlemlerinden biri de barış istemidir. Barış her koşulda yaşama ilişkin bir olgudur. Yaşamın olduğu her alanda uzlaşmayı zorunlu kılar. Uzlaşma farklılıkların birlikteliği ile oluşur. Bu farklılık doğada var olan tüm varlıkları içerir. Zaten barış, tüm varlıklar için yaşamı doğal akarında tutmak ve onların varlıklarını güven içinde sürdürmelerine olanaklar sunabilmektir. Barış dendiğinde insan temelli tür ayrımcı yaklaşımın sağlıklı ve bilimsel olmadığı kesin. Ancak burada göz ardı edilemeyecek bir vurgunun olduğu da kesin. Çünkü birtakım insanlar tasarlayarak barışı bozmaktadırlar. Böyle olunca da barış düzleminde insan ilişkileri ön plana çıkmaktadır. İnsan ilişkileri özünde basit olmasına karşın, çıkarlar nedeniyle karmaşık hale getirilmiştir. Din, dil, ırk ve cinsiyet gibi farklılıklar abartılı yorumlarla sunulmuştur. Olası tehlikelerin nedeni olarak belletilmişlerdir. Bu farklılıklar yaratılmış ve belletilmiş korkulara giysi olarak giydirilmiştir. Bu giysiler kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Egemen öğretiler bu aktarma işlevini üstlenmişlerdir. Günümüzde medya en önde giderken, küreyi de ardından sürüklemektedir. Sermayenin kolaylaştırıcısı olan devlet, kanatları arasında palazlanan medyanın güdümüne girmiştir. Çünkü artık medyanın kendisi de en güçlü sermaye gruplarından biridir. Kısacası artık boynuz kulağı geçmiştir. Hele de özelleştirmelerle devletin küçültüldüğü bu süreçte(kısmen küreyi yöneten devletleri bunun dışında düşünebiliriz).
Yaşam sürdüğü sürece, sürdürülmesi gereken etkinliklerin başında barış girişimleri yerini almalıdır. Çünkü barış yaşama ilişkin bir olgudur. Bu nedenle de görmezden gelinecek veya yok sayılacak ya da ertelenebilecek bir şey değildir. Yani barış doğrudan doğruya yaşamı ve yaşamın bütünleyicisi olan tüm öteki varlıkları içerir…Bu varlıklar için canlı ve cansız varlık ayrımı ileri sürülemeyeceği gibi; insan öncelikli tür fetişizmi de yapılmamalıdır. Çünkü her ayrımcı yaklaşım sonuçta bütünü kusurlu hale getirir.
Barış, öz saygı, hoşgörü, uzlaşma, empati ve farklılıkların birlikteliğinin kabulünü zorunlu kılar. Bu olumlu niteliklerin içselleştirilmesi barışın güvencesi olabilir. Barış istencinin sürekliliği, öncelikle dünya insanlık ailesinin, sonra da tüm varlıkların yararınadır. Bu nedenle; “Çocuktan katil yaratan karanlıklar sorgulanmalıdır.” Özgür birey barışın temel öznesidir. Bireyden başlayan barış istemi helezonik bir yol izler. Başladığı noktaya, başladığı noktayı aşarak ulaşır. Bu güçlü bir ileri sıçratan geri besleme yansımasıdır.
Barış, yaşam sürdüğü sürece unutulmaması gereken üstün bir niteliktir. İnsanlığın hiç solmayan umutlarından biri, evrensel barışa ulaşabilmektir. Çünkü barış mutluluk demektir. Barış insan ilişkilerinin yeniden düzenlenerek, hukuka dayalı bir eşitlik temelinde kurumsal ve yasal güvencelere kavuşturulması demektir. Bir başka ifade ile; insanın kendisiyle, insanın öteki insanlarla, insanların tüm canlılarla ve insanların doğa ile barışık olması anlamına gelir. Ayrıca devlet örgütlülüğünün özgür iradi katılımcı eşitlerinin yarattıkları kurumlar bileşkesi(devlet) karşısında da eşitliklerinin her koşulda ve her alanda sürdürülmesidir. Bu temel saptamalar doğrultusunda şöyle bir barış tanımı yapılabilir: Bireylerin, etnik ve dinsel toplulukların, ulusların, tüm canlılarla birlikte, varlıkları koruyan ve yeni yaşamlar üreten ortamlarla ilgili sorun ve çelişkileri insanlık onuruna yaraşır biçimde çözüme kavuşturma bilinç ve iradesidir! Bu tanım kaçınılmaz olarak bir küresel bakışı yansıtır.
Küresel barışın önündeki en büyük engel, savaştan çıkar sağlayan; sağladıkları çıkarlarla güç ve konumlarını pekiştirenlerdir. Güç, her koşulda ve bir biçimde iktidar ile ilişki kurma gereği duyar. Dahası, güç sürekli olarak iktidara akarak varlığını güvenceye alır. Zaten güç iktidar demektir. Savaş baronları var oldukları sürece gerçek bir barıştan söz etmek güçleşmektedir .Farklı bir açıdan bakıldığında ise; sınıfsal farklılıklar var olduğu sürece, savaşlar kaçınılmazdır!..
Barış, tüm insanlığın gözetim ve denetimine bırakılan ve yaşamdan sonra gelen ama, yaşamın insan onuruna yaraşır biçimde sürmesi için olmazsa olmazların önde gelenidir! Dünya insanlık ailesinin en kaçınılmaz hak ve ödevlerinin önde geleni; sürekli bir barışı tüm koşullarıyla sağlamak ve sürdürmektir!
Savaşa karar verenlerden ve onların işbirlikçilerinden barışçıl bir ortam yaratmaları beklenmemelidir (!) Çünkü biz aymazlar, böyle bir çıkmaz sokağa sapmaktayız! Savaştan çıkarı olanlar barışı değil savaşların kaçınılmaz hale geldiği ortamları yaratmaktadırlar. Dar bir açıdan bakılmadığında, savaşların kazananının olmadığı görülür. Savaşlardaki kayıp sonuçta dünya insanlık ailesinin kaybıdır!