Ateşi ve ihaneti gördük
ve yanan gözlerimizle durduk
bu dünyanın üzerinde.”

Böyle diyor Nazım Hikmet.
Büyük insan, kocaman yürek…
Ama demek ki, biz de öyle yapacağız.
Önce [dediği gibi] duracağız.
Sonra düşüneceğiz.
Enine boyuna sorgulayacağız. Ve…
Yapılmış ve yapılma potansiyeli yüksek olan hatalarımızı zihnimiz içinde evireceğiz, çevireceğiz. Yine ve…
Devam edeceğiz.
Daha hatasız, daha özverili, daha seçici, daha eylem yüklü…
Bir kenarda oturup kuru-sıkı-keskin sözler üretip göbeğimizi kaşımayacağız…
Koşturacağız, yırtınacağız, zihnimizin terini dökeceğiz.
Ve [nihayet] sonunda bu ülkenin rotasını adalete, özgürlüğe, eşitliğe, refah toplumuna yerleştireceğiz…
Başka bir yolu yok.
Çünkü uygarlık önümüzden akıp gidiyor.
Yetişmemiz lazım, kaçırılmış trenlerin acısını içimize bastırıp, bu acılardan güç devşirmemiz lazım.
İşte tam da bu aşamada sizlere bir soru sormanın tam vaktidir:
*** Ortaçağ kaç yıl sürdü?
Hele bir düşünün.
Ne acılar çekildi.
Ne kayıplar verildi…
Tam bir çağ büyüklüğünde süren o karanlığın içinden ne zaman ve nasıl çıkıldı?..
İçimize yerleştirilmiş bulunan “küçük burjuva aceleciliği”nden silkinmemiz gerek.
Bilmemiz gerekir ki, toplumların değişim hızı uzun vadeli bir sürecin içinde devinir durur: Bir ileri, iki geri…
Merdivenin ilk basamağı bu döngüyü, hiç değilse “iki ileri bir geri” trendine döndürebilmektir.
Değişim istemek yetmez…
Değiştirmek gerekir.
Bu süreçteki tüm bedelleri peşin ya da taksitle ödemek gerekir.
Tabi ki, daha az bedel ödemektir hedef.
Bunun da yolu, düşünmek, öğrenmek, sorgulamak ve özverili olmaktan geçer.
Son söz:
** Yeter artık!
Silkinmek zamanıdır…

http://www.soruyusormak.com