Bugünlerde memleketin her köşesinde “Her şeyi en iyi ben bilirim” diyen “keramet, kendisinden menkul” milyonlarca “aklı evvel” dolaşıyor.
“Eldivenden-merdivene” kadar hemen her konuda mutlaka bir fikri olan bu “aklı evveller” yüzünden yurdum insanı bir yükseklikten düşmemesine yada herhangi bir darbe almamasına rağmen “Beyin travması” geçirecek noktaya kadar gelmiş durumda.
Belli noktalara bizimde zaman zaman haddimizi aşan açıklamalar yaptığımız ileri gittiğimiz oluyor ancak bu durumu anladığımız dakikadan itibaren hemen frene basmanın en akıllı yol olduğunun farkına varıyoruz.
Bilinen hikayedir, Herkesin aklını çıkarıp, büyükçe bir masanın üzerine koymuşlar ve “gelin buradan en akıllıyı alın” çağrısında bulunmuşlar.
Saniyeler içerisinde herkes kendi aklını beğenip, geri almış.
Doğal olarak bizde masadan kendi aklımızı aldık. ‘Başkasının aklının nesini beğeneceğim. En akıllı benim aklım’ dedik.
Oysa masada, daha akıllı akıllar da vardı.
Dolayısıyla, herkes kendini daha akıllı, doğru, medeni ve en iyi sanıyor.
Bizde diğerleri gibi, kendimizi akıllı ve en iyi sanıyorduk.
Oysa yaptığımız hataları, kara tahtadan silmeye, silgiler yetmez.
Tıpkı diğerleri gibi.
Onların kara tahtası da kusurlarla dolu. Hepsine çok silgi lazım ama hiç kimse bunları görmüyor.
Ne yazsak, ne anlatsak, mutlak kusur bulan, beğenmeyen, kulp takan, kritik eden ve eleştiren olacak.
Yüzyıllardır bu böyledir.
Fakat biz, kimseyi küçük görmemek, küçümsememek, mutlaka her insanın da bir meziyetinin olduğunu görmek taraftarıyız.
Herkesi dinleriz.
Fikirlerini önemseriz.
Saygı duyarız.
Ama kendi bildiğimizi de yapmaktan vazgeçmeyiz.
Fakat kendimizi, hiç olmayı gösteren ‘başaklar doldukça başlarını eğerler’ geleneğimiz var.
Hacegan Yusuf’un dört halifesinden biri olan, Türkistan’ın Yesi ilinden, Ahmet Yesevi’nin, yine dört halifesinden biri olan Süleyman Ata
“Parça yahşi, biz yaman.
Parça buğday, biz saman.”
Yani, herkes iyi güzel, biz fenayız. Herkes buğday, biz samanız, deyişini örnek almış, gururdan, kibirden, uzak kalmaya çalışmışızdır.
Yine Ahmet Yesevi’nin halifelerinden, Hakim Ata’nın halifesinden biri olan, Zengi Ata’nın halifeleri, dört arkadaş yola çıkarlar.
Uzunca bir yolculuktan sonra, yolları üzerinde, bir zenci sığır çobanıyla karşılaşırlar selamlaşırlar.
Zenci çobana, ‘Biz, mal, mülk, gönül ne varsa vazgeçtik. Bir hoca arıyoruz. Ona, öğrenci olmak istiyoruz. Yani, dördümüzde, Seyr-i Sülük etme kararı aldık.’
Kırdaki çoban, Zengi Ata düşünüyor, ‘Peki o zaman bana öğrenci olun, size hocalık edeyim.’ diyor.
Dört arkadaştan Seyid ve Bedr içinden, ‘Bu deve dudaklı kara zenciden hoca mı olurmuş?’ diye düşünüyorlar.
Diğer ikisi, Uzun Hasan ve Sadr ‘Neden olması sen hocamız olabilirsin.’ diyorlar.
Herkes kendi aklını beğendi.
İkisi kibirlendi, zenci çobanı aşağıladı.
Diğer ikisi onu insan gördüler, bilgisinden faydalanmaya karar verdiler.
Bizim bilmediğimiz, bazı işler var.
Zengi Ata, bu bilgisiyle hepsinin içinden geçeni okudu, gülümsedi,
içinden, hepsinin kalbine, sükunet gönderdi.
Onları cezbetti.
Aradan uzun bir süre geçti.
Uzun Hasan ile Sadr ilim sahibi oldular ama Seyid ve Bedr ilim tahsil edemedi.
Zengi Ata’nın eşi, Anber Ana’ya, ‘Hocamız bize şefaatte bulunsun, biz ilim sahibi olalım’ dediler.
Gece yatarken, Anber Ana eşine durumu anlatınca, Zengi Ata güldü. “O ikisi, ilk karşılaştığımızda benimle alay ettiler biz okumuş biriyiz, bu zenci sığır çobanına, nasıl öğrenci oluruz dediler, Bende onları, bilgisiz bıraktım. diğer ikisi, beni hoca kabul etti onlara ilim tahsil ettirdim peki senin hatırına onları da, ilim sahibi yapayım" dedi.
Evet, masaya koyduğumuz akıllarımızdan, birisine uzanınca, içimizden şu sığır çobanı zenci ifadesini kullanıp, kendi aklımızı geri alıyoruz.
Biz bilgiliyiz, akıllıyız sanıyoruz ancak yanılıyoruz.
Bütün bu örnekler ışığında son dönemlerde artık hiç kimseye karşı peşin hükümlü davranmıyoruz,
Şartlar ne olursa olsun karşımızdakine değer veriyoruz, Karşımızdakinin giyimine, kuşamına, makamına değil kafasının içerisindeki bilgiye değer veriyoruz.
Hal böyle olunca biz sabah akşam Süleyman Ata’nın;
“Her kişiyi Hızır bil.
Her geceyi kadir bil.”
İfadesini bir hayat nizamı olarak kabul ediyoruz, zira “Merhaba” dediğimiz kişi yada kişilerin içerisinde Hızır olma niteliklerini taşıyanların olabileceğini ismimizin Yüksel Ercan olduğunu bildiğimiz kadar inanıyoruz.
İnanmayanlara ise uygulayabileceğimiz bir yaptırım yok ki..