Bir futbol karşılaşması düşünün
Rakip takım atak üzerine atak geliştiriyor
Bu atakların birisinde rakip ceza alanı içerisinde dokuz kusurlu hareketten biri gelişiyor ve hakem anında penaltı noktasını gösteriyor.
Takımın golcüsü biraz geriliyor topa vuruyor herkesin gol beklediği bir anda top direkten geri dönüyor.
Yaklaşık 10 dakika sonrası yeniden bir penaltı
Bu sefer topu kaleci kurtarıyor.
Üçüncü kez penaltı bu sefer top kalenin üzerinden auta gidiyor.
Maş bu şekilde sıfır sıfır berabere devam ederken uzatma dakikalarında o ana kadar tek bir atak geliştiremeyen ve hücum üzerine hücum yiyen rakip takım sadece bir atak geliştiriyor ve gol atıyor.
Maç kazanması mümkün görünmeyen takımın galibiyeti ile sona eriyor.
Hakem bitiş düdüğünü çaldığına sahadaki futbolcular bitik taraftar perişan bir şekilde evlerinin yolunu tutuyor.
Seyircilerin bir kısmına “neden bu kadar üzgünsünüz.?” diye sorulduğunda aldığınız cevap “-Hocam yüzde yüz kazanacağımız bir maça çıktık 3 penaltıyı gole çeviremedik, hücum etmeye dermanı bile olmayan bir takıma son dakikada yediğimiz gol ile yenildik, biz üzülmeyelim de kim üzülsün” cevabını alıyorsunuz.
14 mayıs ve 28 mayıs tarihinde hiç beklenilmeyen bir yenilgi alan Millet ittifakının yaşadığı süreç tamamen böyledir, Hakemin verdiği 3 penaltıyı da gole çeviremeyen yüzde yüz favorisi olduğu bir karşılaşmayı farkı bir skor ile kaybeden bir takımın ruh hali gibidir millet ittifakının durumu.
Sahada oynayan futbolcuların profösyonel olduğunu düşündüğümüzde karşılaşmadan en çok etkilenenin taraftar olduğunu da rahatlıkla söylememiz gerekiyor.
14 mayıs ve 28 mayıs tarihinde yapılan seçimden yenilgi alarak çıkan yüzde 48 civarındaki seçmenin içerisinde bulunduğu psikoloji tam olarak anlatmaya çalıştığımız gibidir.
Seçimden yenik olarak ayrılan yüzde 48’lik kitlenin kendisi, çocukları, torunları galip gelenler tarafından “Vatan haini-PKK’lı -memleket düşmanı “olarak tanımlandığı için bu kitle bundan sonraki hayatını “öz yurdunda garipsin/öz vatanında parya” şeklinde geçirmek durumundadır.
Söz konusu yüzde 48’lik kitlenin mensupları belediyelerde, devlet dairelerinde asla yer bulamazlar, diğer taraftaki yüzde 52’lik kitlenin mensupları devletin ve yerel yönetimlerin hem en her kademesinde kendilerine yer bulup lüks içerisinde yaşarken yüzde 48’lik kitlenin maalesef böyle bir şansı yıllar yılı olmamıştır.
Bu şekildeki olumsuzluğun daha ne kadar devam edeceğini bilmiyoruz, ancak sırf karşı tarafta diye yüzde 48’lik kesimi “üvey evlat” kabul edip hayatlarının sonuna kadar bedbaht bir hayat yaşamasını temin eden sürecinde ne kadar sağlıklı olduğu artık her kesim tarafından iyiden iyiye sorgulanmaktadır.
Bu durumun artık sürdürülebirliği kalmamıştır.