Toplumun güç odaklarına geçmeden önce, siyasetin finansmanına bakmak gerekir. Siyaseti finanse edenler, toplumsal kararların belirleyenleridir. Siyasete hâkim olan finansörler ülkenin gelişmişliği ile orantılı olarak sahiplik davranışları gösterirler. Demokratiklikten uzaklaştıkça sahiplik olgusu öne çıkmaya başlar. O kadar çok ileri gidilir ki, sonunda bir ülke bir kişinin iki dudakları arasında kalır. Normal bir yapıda böyle bir durumdan söz etmek olası değil elbette. Çünkü devlette, kurumlar ve temel ilkeleri gözeten yapılanmalar oluşturulmuştur. Denge ve denetleme mekanizmaları, hukukun üstünlüğü temelinde işlevini yerine getirir. Yasalar önünde eşitlik kuralı hiçbir ayrıcalık gözetilmeksizin uygulanır. Aynı kapsamda adil bölüşüm ve fırsat eşitliği kuralı uygulanır.
Sözünü ettiğimiz finansman sorunu tamamen paylaşımla ilgilidir. Paylaşımdan yeterince veya çok az ya da hiç pay almayanların siyaseti finanse etmeleri söz konusu olamaz. İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır. Nasrettin Hocanın dediği gibi; “Parayı veren düdüğü çalar(!)” Düdüğü çalanlar paylaşımdan en büyük parçayı koparır. Hiç kuşkusuz bu koparma erk kullananın onayı ile olur. Yaşamın farklı alanlarında farklı otoriter tekeller türemeye başlar. Aslında alanında otorite olması istenenler bir nevi atanmışlardan oluşur. Atananların “bizden” olması temel kuraldır. Sen, ben ve bizim oğlan ekibi malı götürür ve bunun bedeli olarak da siyasetin finansmanına katılır. Oluşturulan güç odakları toplumu teslim alır. Böyle bir süreç kesinlikle hukuktan ve demokrasiden uzaklaşılan süreçlerdir. Muhalefete karşı savaş hukuku uygulanan bir yapıda hak, hukuk ve adil paylaşım olmaz! Peki ne olur? Kurumsal çöküşler, çürüme ve yozlaşma kaçınılmaz olur. Hırsızlık, yolsuzluk, kayırmacılık, kamu kaynaklarının yağmalanması, enflasyon, işsizlik yapıya egemen olur! En önemlisi ise, tüm kurgular paylaşmak üstüne değil; tüm kaynaklar genel değil, özel paylaşımların konusu olur(!)…
Toplumdaki güç odaklarını şöyle sıralayabiliriz. Devleti yöneten hükumetler. Sistemin tercihleri doğrultusunda; yasama, yürütme, yargı ve medya. Bazı süreçlerde, ordu başta olmak üzere güvenlik güçleriyle istihbarat örgütleri.
Egemen güçler yani iş dünyası, uygulanan politikalar üzerinde en etkili olandır. Bu sınıfsal olgu her koşulda ideolojik tercihlerini hükümetler eliyle yaşama geçirir. Üretimde ve paylaşımda söz sahibidir bu kesim. Orduların ortaya çıkış nedenlerinin önde geleni sahiplik temelli varlıkların korunması gereğidir. Bu gereklilik, orduların öncelikle sermayenin hizmetinde olduğunu gösterir. Ancak, göz ardı edilmemesi gereken bir başka gerçek ise; güvenlik güçleri son belirlemede en güçlü olan sermayenin hizmetindedir(!)
Sivil Toplum Kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi özgür iradi katılımlı kuruluşlar. Burada vurgulamamız gereken şey sivillik olgusudur. Bunun için “sivil” olgusunu tanımlayarak onu gerçek bir bedene kavuşturmak gerekir. Hiçbir asker sivil değildir, hiçbir yapının askerleri sivil olamaz. Bir sorun çevresinde ve çözüm temelinde bir araya gelen, özgür iradi katılımcı eşitlerden oluşan, ast- üst ilişkisi olmayan ve herhangi bir otoriteden emir ve direktif almayan yapılanmaya sivil denir. Bir devletin kuruluşu en büyük sivil oluşumdur. Kuvayi Milliye en tutarlı bir sivil oluşum örneğidir.
Eğitim kurumları, hukukun üstünlüğü temelinde oluşturulan demokratik ve laik kurumlar olarak toplumsal güç odaklarından biridir. Ancak çağdaş, toplumcu ve varlık gözeten, temel değerleri yadsımayan, üretime ivme kazandıran ve kalkınmayla toplumsal refahı artıran bir yaklaşım olmalıdır. Aynı zamanda hukukun üstünlüğünü gözeterek adil paylaşım kültürünü uygulayacak bir pozitif iklim yaratmalıdır. Özgür bireylerin kendilerini geliştirebilecekleri donanımlara sahip olmasını sağlayacak kurumsallaşmaları gerçekleştirmelidir.
İnanç, bireylerin bütünleyenidir ki, bu nedenle insanlar gereksindikleri kadar inanma ihtiyacı içindedirler. Burada olması gereken, özgür bireylerin iradi tercihlerine saygı duyulmasıdır. Ancak ve genel olarak inanç biçimi aktarımlarında iradi tercihlerden söz etmek olası değildir. Ağaç yaş iken eğilir söylemi uyarınca konumu ve koşulları buna uygun olmayan kişilere inançlar yüklenir. İnanç yükleme sürecinde; sorgulama, irdeleme gibi yaklaşımlar olmaz ve pasif objenin kabul etmekten başka seçeneği yoktur(!) Laiklik bu noktada inançların güvencesi olarak devreye girmelidir. İradi tercih koşullarına erişildikten sonra tercihler değerlendirilmelidir. Aynı zamanda inanç temelli kurumların giderleri sadece hizmet alanlardan alınmalıdır. Farklı inançların olduğu yapılarda devlet bütün inançlara aynı mesafede kalarak yaklaşmalıdır. Bir ayrıcalık kesinlikle olmamalıdır…
Toplumda var olan sanatsal ve kültürel kurumların kamuoyu oluşturmadaki etkisi yadsınamayacak düzeydedir. Bireyler öz gelişim süreçlerinde bu kurumlara gerek duyar. Toplumun geleceğe hazırlanması ve yönlendirilmesi dünya insanlık ailesi için olması gereken değerlerdendir. Tiyatro, sinema ve müzik olgusu, toplumun olumlu anlamda şekillendirilmesinde çok önemli bir rol oynar. Toplumsal farkındalık, değişimin ve olumlu dönüşümlerin temelidir.
Toplumdaki temel güç odakları emek ile sermayedir. Genellikle sermaye kendi devletini kurarak, gerek duyduğu kurumları yaratabilir. Burada sorunlu olan emek kesimidir. Demokratik bir yapıda orta gelir düzeyine sahip olanlar girişimlerin ve değişimlerin motor gücü olabilirler. Emek kesiminin örgütlenmesi her zaman sancılı olmuştur. Oysa toplumun kahir ekseriyeti emekçilerden oluşur. Toplumda tüm değerleri üreten bu kesim sınıfsal bilinçle donatıldığında toplumun en etkin ve etkili gücüne kavuşur. İşte o zaman toplumsal üretim ve adil paylaşım ortak yaşamın temeli olur. Örgütlü emek varlığın, yaşamın, barışın ve tüm güzelliklerin belirleyicisi olabilir!...