Türkiye’de her beş yılda bir yapılan genel yada yerel seçim öncesi seçime katılma hakkını kazanan siyasi partiler katıldıkları seçimi kazanmak ve yıllar sürecek bir iktidar dönemi geçirmek isterler.
Genel seçimde iktidarın en kuvvetli partisi olması muhtemel siyasi partilerin başlamak üzere var olan tüm partiler bir anda aday adayı istilasına uğrarlar, o zamana kadar son derece sakin zamanlar geçiren siyasi parti genel merkezleri de seçim takvimin başladığı günden son güne kadar 7/24 parti genel merkezlerinden bir an bile olsun ayrılmak istemezler.
Söz konusu kalabalıklar yerel seçimde daha fazla kendisini gösterir, Belediye başkanı, meclis üyesi, il genel meclis üyesi, muhtar ve ihtiyar azası seçilmek isteyen yüzbinlerce insan seçilebilecek bir yerde olabilmek adına partilerin kapısını aşındırırlar.
Seçim günü gelir, tüm memleket sandık başına gider mesai saati sonuna kadar oylar kullanılır, oy sayımı tamamlandıktan sonra sandıklar açılır, o saatten sonra kaybeden kaybettiği ile kalır, vatandaş o saatten itibaren kazanan kim varsa bir yolunu bulup “-Sen bakma benim o taraftan göründüğüme oyumu sana verdim” der, zira hayat devam ediyor ve ihtiyaçlar sonsuzdur.
Birde milletvekilli seçilmesine rağmen partisi TBMM’de iktidar olamayan, meclis üyesi seçildiği halde partisi kazanamadığı için belediyede muhalefette kalan ancak millete hizmet için yanıp tutuşan bunun içinde “mutlaka iktidar partisinde olmalıyım” diye düşünen belli bir kitlenin var olduğunu hemen hepimiz biliyoruz.
Seçimin üzerinden aylar geçer, Vatandaş genel siyasette haklı olarak İktidara mensup milletvekillerinin kapısını aşındırırken yerel noktalarda ise başta seçimi kazanan belediye başkanı ile çoğunluğu kazanan partinin meclis üyeleri ile bir arada olmak ister.
Muhalefette kalmayı kabullenemeyen ve ilk fırsatta iktidar partisine katılmayı kafasına koyan milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi yada il genel meclis üyesi kendisine göre haklı ancak toplumda hiçbir karşılığı olmayan sebepler dolayısı ile “-Artık partimde hareket alanım kalmamıştır, bu nedenle partimden ,istifa ediyorum, siyasete bağımız yada falanca partide devam edeceğim” dedikten kısa bir süre sonra iktidar partinin yolunu tutar.
Bu anlattığımız hadiseler demokrasiye yeniden geçtiğimiz 1983 yılında yapılan seçimden itibaren tekrarlanır durur, Zaman zaman en son şu İYİ Partide milletvekili olarak görev yapan Ahmet Eşref Fakibaba örneğinde olduğu gibi partisinden istifa ederken milletvekilliğinden de istifa edenler oluyor ancak bu tür siyasetçi nerede ise yok gibi.
Seçildiği partiden istifa edip başka bir partiye geçen siyasetçi yada siyasetçilerden nefret etmeyen kimse yok gibi ancak bugüne kadar iktidara gelen bir tek siyasi partinin de “-gelin bu yanlışlığı ortadan kaldıralım, partisinden istifa eden bir siyasetçinin milletvekilliği, belediye başkanlığı ve meclis üyeliği de düşmüş sayılır maddesini hayata geçirelim” teklifini getirdiğini bu güne kadar görmedik.
Biz yılladır “Siyasi partiler kanunu değişmeden Türkiye’de hiçbir şey normale dönmez” diye anlatıp duruyoruz, Zira ülkenin düzelmesi için önce siyasetin düzelmesi gerektiği herkes tarafından biliniyor.
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz asıl sıkıntıda budur, Siyasi parti, genel başkanı bir gün önce karşısındaki siyasi partiye verip veriştiriyor ertesi gün o partiden kendi partisine gelmek isteyenlere rozetleri yine kendisi takıyor.
Bizde buna “Temiz siyaset” diyoruz.
Sevsinler temiz siyasetinizi.