“Ekonomik tüm verilere bakarsanız Türkiye, dünyanın en geride kalan ülkesi konumuna geldi…
GSMH ve fert başına düşen pay 2000’li yılların öncesinden de kötü…
60 milyon yurttaş yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşıyor.
Nüfusun yüzde1’i yani 840 bin kişi GSMH’nin yüzde 54’ünü alıyor.
Geri kalan 83,2 milyon kişi ise yüzde 46’sını paylaşıyor!
Bu yüzde 46 içinde okulun tebeşiri, hastanenin neşteri de dahil.
Yani yurttaşlar için yapılan tüm harcamalar…
Adaletsizliğe bakın!” (FİKRİ SAĞLAR, BİRGÜN, 22.12.2022)
Fikri Sağların sunduğu fotoğrafa bakan biri öncelikli olan sorunlarını bir çırpıda sıralayıverir ama ilk sırada başörtüsü yer almaz. Çünkü vatandaşın öncelikli sorunu başörtüsü değil. İşsizliğin, açlığın, yoksulluğun, güvensizliğin, güvencesizliğin ve geleceksizliğin nedeni başörtüsü değil. Siyasi partiler bu somut gerçeği seçmenlerine anlatamıyor ise; tabelalarını indirip, dükkanlarını kapatsınlar(!)
Gerçekten de sorun başörtüsü olsaydı; okulların büyük çoğunluğunu İmam Hatibe dönüştürdüler, dört yaşındaki kız çocuklarını tesettüre soktular, altı yaşında evliliklere göz yumdular…peki bütün bunlardan sonra ülkede bilerek ve isteyerek yaratılan sorunlar çözülebildi mi? Örneğin; pahalılık bitti mi? İşsizlik sorunu çözüldü mü? Eğitim sorunu çözüldü mü? Sağlıkla ilgili sorunlar çözülebildi mi? Vatandaşlarımız geleceğe güvenle bakabiliyor mu? Can ve mal güvenliği var mı? Hukukun üstünlüğüne uyuluyor mu? Yasalar tüm vatandaşlara eşit olarak uygulanıyor mu? İnsanlarımıza fırsat eşitliği tanınıyor mu? Kurumlar normal olarak yasal görevlerini yapabiliyor mu? Sınırlarımız gerektiği gibi güvenceye alınmış mı? Peki, bu koşullarda başörtüsü birinci sırada veya ön sıralarda yer alacak bir sorun mu? Zaten ordu, polis yargı ve eğitim kurumlarında başörtüsü takılabiliyor. Aksine üstüne vazife olmayan kişiler mini eteğe ve şort giyenlere müdahale etme hakkını kendilerinde görebiliyorlar(!) Bu koşullarda, hangi amaçla getirildiği tahmin edilen anayasa teklifine katılmak akılcı bir yaklaşım olur mu? Yapılması gereken, muhalefet partileri bu konuya ilişkin görüşmelere katılmayarak görevlerini yapmış olurlar. Aynı şekilde, bu saatten sonra bir erken seçim teklifine hiçbir şekilde katılmayarak topluma ve geleceğine en büyük katkıyı sağlamış olurlar. Üstelik, normal bir sürecin yaşanmadığı da dikkate alınmalıdır. Kaldı ki, bu saatten sonra yapılacak bir seçime erken sıfatı takmak anlamlı ve tutarlı olmaz. Ayrıca Anayasamızın 101. Maddesi, bir kişinin ancak iki kez seçilebileceğini yazıyor. Bu yasa hepimizi bağlar. Hiç kimsenin anayasaya uymama ayrıcalığı olamaz.
Genel olarak alınan kararlar normal bir vatandaşı ne kadar ilgilendiriyorsa, beni de o kadar ilgilendiriyor. Bu noktada “normal vatandaş” dendiğinde neyi kastettiğimizin altını doldurmalıyız. Birey özgür olmalı ve doğru kararlar verebilecek bir donanıma sahip olmalıdır. Duygudaşlık yaparak, inançların kişisel bir hak olduğunun bilincinde olmalı. Yani laikliği içselleştirmiş olmalı. Liyakate gereken önemi vermeli ve bunu başkalarından da beklemeli. Farklılıkların doğallığını ve gerekliliğini kabul ederken; birlikteliklerin yaşamsal önemini kavramış olmalı. Bu birlikteliklere öncelikle doğayı ve tüm varlıkları da dahil etmeli. Ülkesini sevmeli ve tüm varlıklarını koruyup kollamalı. Kişisel çıkarlarından önce kamusal yarara öncelik tanımalı. Hiçbir ayrımcılığa pirim vermemeli. Lafın özü; demokrasi için gerekli olan tüm katkıları bilerek ve isteyerek sunmalı. Hak, hukuk ve adaletten yana olan birey otoriter olamaz! Otoriter yönetim, demokrasiden yana olduğu an, kendisine karşı olur!
Otoriterlik bir anda ortaya çıkan bir olgu değildir. Normal akarların taşkına dönüşebilmesi için, birtakım katkılar alması gerekir. Bunu topluma uyarlarsak; mevcut sorunların çözülmemesi ve çözümsüzlüklerin yaygınlaşması gerekir. Eğitim sorunu, sağlık sorunu, işsizlik, güvensizlik, pahalılık, haksızlık ve hukuksuzluklar gibi yolsuzluktan kaynaklanan sorunların yığışması; baskıyı, şiddeti ve otoriterliği dayatır!