İstikrar, düzenli, kararlı ve kamu yararı temelinde; temel hakların gözetildiği düzenleme ve uygulamadır.
İstikrar, yeterlik ve denge kavramlarıyla ifade edilir. Yeterlik, öncelikli olarak adil paylaşımla başlar. Adil paylaşım hukukun üstünlüğünün yaşama geçirilişinin kanıtıdır ki, bir demokratik oluşumu işaret eder. Demokratiklik, her koşulda yaşamın güvencesi aynı zamanda da istenir olandır.


Yetmezlik kadar, fazlalıklarda dengeyi bozar. Zaten denge dendiği zaman birebir eşitlik ideali kabul edilir. Gerçek yaşamda böyle bir eşitlik bulmak kolay değil. Fazlalık nasıl dengeyi bozar? Bu fazlalığın ne olduğu ile ilgilidir. Sığınmacı fazlası güncel bir örnektir. Eğer akılcı çözümler uygulanmaz ise; bozulan demografik yapı, ülke bütünlüğünü tehdit eder hale gelir. İşte bu bir beka sorunudur! Sığınmacı fazlalığı, şehirlerin işgalini gündeme taşımaktadır(!) Fazlalık örneğine işsizlik fazlasını, mantıksız özelleştirme fazlasını, yoksulluk fazlasını, vatandaşlığın mülk alımına bağlanmasını ekleyebiliriz. Bu arada, beka söylemi ile anlatılmak istenen şeyin, sorunsuz kalıcılık olduğunu dikkate almalıyız. Ülke varlığını, sorunsuz olarak sürdüreceği koşulları yaratmakla yükümlüdür. Yönetime talip olmak, böyle bir yükümlülüğü üstlenmeyi gerektirir.
Yetmezlikler için dış ticaret açığı, teknoloji açığı, bilgi açığı, eğitim yetmezliği, sağlık açığı ve güvenlik açığından söz edebiliriz. Bu konular devletin birincil görevi ve kamu yararı ile doğrudan ilişkilidir. Bu nedenlerden dolayı da beka ile ilişkili sorunlardır.
Ülkede istikrarsızlık var ise; büyük yığınlar sorunlu iken, kazanan küçük bir azınlık sorunsuzdur. Oysa istikrar kişilerin, kurumların veya toplumun belirli kesimleri için değil; tüm ülke için geçerli olmalıdır. Tüm ülkeyi temsil eden geçerlik göstergesi, demokratiklik ve laikliktir. Bunu sağlayacak olan ise, liyakatli kadrolardır. Kurumlar yasal gereklilikleri ve ilkelerini dikkate alarak ve ayrım yapmaksızın uygulamalara yönelmeli ve kendisine olması gereken güveni sarsmamalıdır.
İstikrar ile ilgili olarak yazdığım eski bir yazımdan alıntı yaparak konuyu sürdürmek istiyorum:
“İstikrar, bir yönetimin toplum sorunlarının çözümünü temel alan politikalarını, kamu yararına uygulayabilmesidir. “Dediğim dedik, çaldığım düdük(!)” yaklaşımı ile istikrar birbirine karıştırılmamalıdır. Yönetimler, toplumsal akarları (üretim ve paylaşım) pozitif müdahalelerle yaygın, adil ve eşit hale getirme düzenlemesidir. İstikrarı sadece bir denge olmaktan çıkarmak(düzenleyerek) ve demokratik bir denge kurabilmektir. Ezici ve yıkıcı dengesizlikler sürdürülebilir değildir. Uzlaşmaz sorunların kaynağında paylaşım sorunlarının olduğu unutulmamalıdır.

Yönetimde istikrar ve temsilde adalet ilkeleri birlikte geçerli kılındığında anlamlı hale gelir. Bu anlamlılık zıtların birliği olarak da ifade edilebilir. (Bunu toplumsal uzlaşma diye okuyabiliriz) Zaten adaletli bir temsil, istikrarın olmazsa olmazıdır. Bunlardan birini ötekine tercih etmek veya görmezden gelmek, sağlıklı bir bireyin ayaklarından herhangi birini bilerek ve isteyerek sakatlaması anlamına gelir. Toplumun dengeli ve güvenli ilerleyişi iki ayağının da sağlam olması ile olanaklıdır. Bunun için yönetimde istikrar ve temsilde adalet ilkelerinin en uyumlu bileşeni yakalanmalıdır. Üstte vurgulandığı gibi; bu, aynı zamanda sağlıklı bir toplumsal uzlaşmayı yansıtır.”
İstikrar, tutarlı bir kararlı dengenin olması halidir. Yönetimde istikrar dendiğinde ise; yöneten kadronun belirlemiş olduğu programı hiç zorlanmadan uygulayabilmesi beklentisidir. Yani dikensiz gül bahçesi istemek gibi bir şey … Ama ülke yönetimine talip olan farklı partilerin olması, istikrar adına uygulanan programların alternatifsiz olmadıkları anlamına gelir. Çünkü, uygulanan her farklı program toplumun farklı kesimlerinin beklentilerine yanıt verir. Adil paylaşım sonuçta bu istikrar yaklaşımlarıyla ilgilidir. Gerçek bir istikrar; kararlara katılım ve adaletli bir paylaşımla olanaklıdır. Kararlara katılım, yani yönetime katılım sonuçta uzlaşmayı gündeme getirir. Katılım aynı zamanda doğrudan temsil ile örtüşeceğinden, adaletli bir temsilden söz etmek olanaklı hale gelir. 


Ulusal yapı amaç ortaklığı temeline dayanır. Bu ulusal yapı mevcut farklılıklar toplamından oluşur. Farklı kesimlerin talepleri amaca ulaşmada farklı yol ve yöntemlerin uygulanabileceği anlamına gelir.” Sosyal yaşamın vazgeçilmez unsuru” olan siyasi partiler özelde temsil ettikleri kesimin, genel olarak ise, tüm yurttaşların yaşam düzeylerini yükseltmek için temsil yetkisi isterler. Ama günümüzde siyasi partiler programsızlıktan yana hızla aynılaşırken, öte yanda da temsilde adaletten uzaklaşmaktadırlar. Sonuçta kitlelere örgütlenme yasağı, örgütlere de siyaset yasağı konmuş gibidir. Bireylerden alınan temsil yetkisi ile yönetenlerin fiili temsili çakışmamaktadır. Dıştan gelen dayatma ve direktifler buna olanak tanımamaktadır. Ülkenin beka sorunu bu açmazlar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda kamusallıktan uzaklaşma, ülke yararını ikinci plana atmaktır. Beka bir var olma ve varlık sürdürme halidir. Bunun için her özgür bireyin ülkesine sahip çıkması en öncelikli görevlerdendir.