Muhafazakâr, sahibi olduğu maddi ve manevi varlıkları korumayı bir yaşam biçimi olarak algılar ve algıladığı biçimde de yaşamını sürdürmek ister. Ancak somut olarak görülen o ki; genel olarak varsıllar maddi varlıklara, yoksullar da manevi varlıklara sahiptirler. Maddi varlıklardan ödün vermek mümkündür ama, manevi değerlerden verilebilecek bir ödün yok(!) En azından inananın verebileceği bir ödün yok. Bu nedenle varsılların direnci ayrıntılı bir biçimde planlanmış, yasal ve kurumsal güvencelerle donatılmıştır. Varsılın direnç esnekliği ödün verebilir olmasındandır. Böyle olunca varsıllara bilinçli muhafazakâr; yoksullara ise aldatılmış muhafazakâr demek yanlış olmaz. Varsıl için muhafazakarlık bir seçenek, yoksullar için ise zorunluluktur. (Ancak, sınıf bilincine sahip oluncaya dek…)
Kişilerin toplumdaki konumları yaşama bakış ve algılarıyla belirlenir. Buna kısaca ideolojik konum denebilir. Bu ideolojik konumlar belli toplumsal katmanları oluşturur. İlk diyebileceğimiz basamakta din veya milliyetçilik algıları ağır basar. Bu iki bakış az veya çok öteki konumlarda da varlığını sürdürür. Bunları muhafazakâr katman izler. Muhafazakarların konumu ülkelerinin kalkınmışlığı ile yakından ilişkilidir. Gelişmemiş ülkelerin muhafazakarları din ve milliyetçilik eksenini benimserler. Otoriterliğe yatkınlıkları ve itaatkarlıkları bu kaynaklardan beslenir. Gelişmiş ülkelerin muhafazakarları demokrattır (işler bekledikleri gibi gittiği sürece). Bu nedenle laiklik ile gelişmişlik arasındaki ilişki doğru orantılıdır. Bu savın kanıtı, yaşama ilişkin temel hakların gözetilmesidir. İnançlara ve yaşam biçimlerine karışılmamasıdır.
Yani laiklik uygulanmalıdır. İktidarı ele geçiren kesim öncelikle ülke kaynaklarının kullanımında belirleyici olur. Erk kullanımının önemli yanı, paylaşımın belirlenmesidir. Geçmişteki yapılarda bu güç egemenlerin elinde veya kontrolünde olurdu (o dönemlerde de sıradanlar paylaşımda söz sahibi değildi). Şimdi ise, yandaşlardan oluşan yeni egemenler bu olanaklardan sınırsız biçimde yararlanmaktadırlar. Bu süreçteki yıkıcılıkları doğanın tahribi ve kaynak kullanımı ile ilgilidir (özgür bireylerin yaşamlarına müdahaleler de aynı süreçle kesişmektedir). İstanbul’un Kuzey ormanları yok edilince hava alanı ile ya da oto yollarla aynı varlıkları geri getirmenin olanağı yoktur. Artvin konumu gereği yer üstü varlıkları ve kaynakları, yer altındaki madenlerden daha kıymetli ve gereklidir. (Kaz Dağları için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.) Çünkü işgalci mantığıyla yapılan maden işletmeciliği doğanın yağmalanmasıyla sonuçlanmaktadır. Maden vurgunundan sonra geride bıraktıkları mekanlarda ot bitmemektedir. Yani, sonuçta tüm varlıklarla ilgili yaşamı yok etmektedirler. Muhafazakarlığın yıkıcılığı bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Değişimlere karşı olan muhafazakârlar bilinçsiz olan cahil emekçilerdir. Eskiden eğitim cehaletten kurtarmak için uygulanırdı, şimdi ise cahil yetiştirmek için etkin bir ideolojik araç olarak kullanılmaktadır(!) Yoksul emekçilerin muhafazakarlığı hem yoksulluğun sürdürülmesinin hem de varsılların varlıklarını sürdürmelerinin güvencesidir.
Muhafazakârların değişimi çıkar çemberlerinin belirlediği alanlarla sınırlıdır. Bünyesinde tutucu ve gerici unsurları barındıran muhafazakârlar özde farklılıkları ve değişimleri yadsımalarına karşın, çıkarları söz konusu olduğunda gözlerini kırpmadan ve arkalarına bile bakmadan ülkelerini terk edebilirler(!) Ve giderken, ülkelerini tıpkı bir işgal gücü gibi yağmalamaktan geri durmayabilirler(!) Onların yağmaladıkları şeyler sadece bizim değil; çocuklarımızın ve torunlarımızın olması gerekenlerdir. Muhafazakârların, yabancılarla birlikte yağmalayıp yok ettikleri, ülkemizin geleceğidir!
Varsıllar için muhafazakarlık bir seçenek, yoksullar için ise; seçeneksizliktir!
Muhafazakarlaşmak, koruma temelli varlık sürdürümü için bir takım eylem ve işlemleri zorunlu kılar. Kendisine yer açıp, uygun bir alan sağlamak için; önce toplumun en zayıf halkalarına yüklenir. Demokratik gelişimini tamamlayamamış toplumlarda zayıf halkalar; kadınlar, çocuklar ve yoksul yaşlılar ve yabancılardır. İnanç mızrağıyla yolunu temizler; yani tartışılamayan manevi değerlerle toplumu tutsak alır(!) Bu süreç aslında, örtük bir emek-sermaye çatışmasıdır. Bu çatışmada ve genellikle örgütsüz olan kesim hep kaybeder!
Bir toplumsal sistem kurulmaya başladığında, muhafazakarlaşma süreci de başlar. Bunun için muhafazakarlık sadece sermayeye özgü değildir. Çünkü sermaye cephesinin koruyucu kalkanı; manevi değerleri korumakla yükümlü kılınan yoksullardır(!)
Para ile inanç karşılaştığında, inanç esnemeye başlar. Bu esnemeler, egemenlerin çıkarlarını güvenceye almak için, inançta değişime izin verir. Fakat, muhafazakarlık bünyesinde yoz ve yobazları barındırır. Bu yapıdaki değişimlere öncelikle onlar karşı çıkar. Onların, süreç içinde ikna edilmeleri sağlanır; hiç kuşkusuz, kendilerine sömürüden sus payı verilerek. Ak dediğine kara demek esnekliği buradan gelmektedir(!) Bu ise, sıklıkla tanık olduğumuz durumlardandır!
Toplumsal temelli muhafazakarlık koruyucudur. Kültürü, yaratılmış değerleri ve topluma ait olan tüm varlıkları ki; doğa önde gelenlerdendir, korumaya çalışır. Bunun içinde örgütlü ve bilinçli olmak gerekir. Laik ve demokratik bir yapının temel özelliği, toplumun tüm değerlerine sahip çıkmaktır. Yaşam her koşulda korunarak muhafaza etmeye değer. Bu pozitif muhafazakarlıktır. Pozitif muhafazakarlık her bilinçli varlıkta var olması gerekendir. Pozitif muhafazakarlığın devamı, tüm koşullar dikkate alınarak, yaşamla uyuşmayan davranışların ayıklanmasıdır. Değişim gereğini görmeyip veya görmek istemeyip, olumsuz davranışları muhafaza etmeye devam etmektir. Sadece kendisi için yararlı gördüğü şeyleri aynı zamanda gerekli görerek sürdürmek negatif muhafazakarlıktır!
Yaşam canlı ve cansız ayrımı yapılmadan bir bütün olarak görülmelidir. Yaşamın varlık sürdürümünün gereği olan tüm nesneler bu gerekliliğin kapsamındadır. Yaşamın gerekliliğine katkı sunan tüm objeler, korunması gerekenler arasında yer alır. Gerekli, yararlı ve güzel olan şeyler, el konmadan muhafaza edilmeye değer…Çok gerekli olmadığı sürece birey kendisini yaşamın merkezine konumlandırmamalıdır.
Pozitif muhafazakarlık, doğal olan ve olması gerekendir. Bu noktada karar vericinin temel hak ve özgürlükleri gözetir olması gerekir. Pozitif muhafazakarlığın kaynağı ve dayanağı bireyin kültürel düzeyidir. Birey temel hak ve özgürlükler için hukukun üstünlüğünü benimsemelidir. Kültürel yapı siyasal, sosyal ve ekonomik koşulların belirlediği bir olması gerekenler setidir. Muhafazakarlık dendiğinde inançlar ile yaşama biçiminin belirleyici olduğunu görürüz. Bunun için toplumun tüm varlıkları adil olarak paylaşılmalıdır. Refah düzeyi yüksek olan toplumlarda muhafazakarlık etkili olamaz!