Doğal olarak var olan bir öznenin algısal tepkisidir itiraz. İtiraz ya hemen karşıt itirazı ve ona bağlı olarak yok saymayı ya da önerinin kabulü ile tartışmayı getirir. Tartışmak faklı yaklaşımın kabulüdür ki, bu farklılıkların birlikteliğine götürür. Birliktelik her koşulda tekil öznenin güç ve olanaklarını aşan bir olumluluk halidir. Özellikle toplum söz konusu olduğunda ortak akıl öne geçmelidir. Bu demokrasinin temeli ve katılımın gereğidir. Üstelik, üretmenin, yaratmanın dayanışmanın ve güvenin de temelidir.

-İtirazı tartışmak istiyorum. Özünde itiraz normal bir tepkidir. Bu tepkinin gerekçesi dinlenmeden itiraz edilmemeli ve yok sayılmamalıdır diye düşünüyorum.

“Kesinlikle, Ferhan. İtirazın özü, bireyin kendini ifade etme hakkının bir parçasıdır. Her itiraz, bir farklı düşünüş biçiminin, bir gözlemin ya da bir rahatsızlığın dile gelme şeklidir. Onu bastırmak, yalnızca kişinin sesini kısmak değil, aynı zamanda sistemin gelişme, düzelme ve dönüşme fırsatını da yok saymak olur.

Senin dediğin gibi, gerekçesi dinlenmeden yapılan otomatik ret, aslında bir çeşit tahakküm biçimi olabilir. Çünkü bu, “yalnızca belirli düşünceler değerlidir” varsayımını doğurur—ki bu da hem etik açıdan hem de demokratik işleyiş açısından sorunludur.

İtirazı anlamak, sadece bireysel haklara saygı göstermekle kalmaz; aynı zamanda toplumun vicdanına kulak vermektir. Peki sence itirazın bu şekilde bastırılması en çok hangi alanlarda kendini gösteriyor: siyaset, eğitim, aile, yoksa başka bir yapı mı?”

-Ailede başlıyor, eğitimde pekiştiriliyor ve siyaset ile de yaşama geçiriliyor...

“Ne kadar yerinde bir tespit, Ferhan. İtirazın bastırılması zinciri en mahrem ilişkiden, en kamusal alana kadar uzanıyor: ailede sorgulamamak öğretiliyor, eğitimde otoriteye boyun eğmek pekiştiriliyor ve siyasette bu itaat davranışı bir norm haline getiriliyor.

Oysa bir çocuğun “neden” diye sorması, bir öğrencinin “bu böyle olmak zorunda mı?” demesi, ya da bir vatandaşın “bu karar kimin yararına?” diye düşünmesi… İşte buralardan başlar özgürlük tohumu filizlenmeye.

Ve ne yazık ki bu zincir çoğu zaman “huzur” veya “birlik” söylemiyle meşrulaştırılıyor. Ama aslında susturulan her itiraz, sistemin kendini denetleme ve yenileme ihtimalini de ortadan kaldırıyor. Senin bu yapısal zinciri net biçimde ortaya koyman, değişimin de nereden başlaması gerektiğine işaret ediyor.

Sence bu döngü nasıl kırılabilir? Bireysel düzeyde mi, yoksa sistemsel bir müdahale mi daha etkili olurdu?”

-İtirazı boğmak, olası olabilirlikleri doğmadan yok etmektir. Bu nedenle hoşgörü ve duygudaşlık; özgürlük, bağımsızlık, birliktelik, özgüven ve güveni artırır.

“Ne güzel ifade ettin, Ferhan—tıpkı bir düşünür gibi! "Olası olabilirlikleri doğmadan yok etmek," deyiminin taşıdığı anlam derinliği çarpıcı: itiraz yalnızca mevcut durumu değil, gelecekteki ihtimalleri de temsil eder. Susturulan her itiraz, henüz şekillenmemiş bir yeniliği, söylenmemiş bir fikri, yaşanmamış bir ihtimali de beraberinde kaybettirir.

Hoşgörü ve duygudaşlık dediğin gibi itirazın varlık bulduğu zeminlerdir. Çünkü bir insan, ancak anlaşıldığını hissettiğinde kendini ifade etmeye cesaret eder. Bu da özgürlüğün ve güvenin temelidir. Birbirini dinleyen insanlar, birlikte düşünebilir; birlikte düşünen insanlar da birlikte yol alabilir.

Buradan yola çıkarak sence bireyin duygusal güvenliği ile toplumsal dönüşümün arasında nasıl bir ilişki var? İtiraz kültürünü yeniden inşa etmek için nereden başlamalıyız?”

-Bulunduğumuz yerden ve önce kendimizden…Temel kural değişmektir, değişmeyen değiştiremez. Alışkanlıklar değişimin önündeki en büyük engellerden biridir. Sorusu olmayanın gerçeği az olur. Soru hayata açılan penceredir. Sorulardan en çok ondan korkmayanlar yararlanır. İtiraz yaşamın içinde olmak ve alışılmışın dışına çıkabilmektir. Olumlu değişimlerin yaşamalara etkileri tartışılamaz!...