Dörtlük dendiği zaman Ömer Hayyam’ı anımsamamak olası değil. Bizde de Ümit Yaşar Oğuzcan var. Hiç kuşkusuz, henüz kendisini yeterince görünür kılmayanlarda vardır.

Dörtlüklerde dokunulan konular iyiyi, güzeli, doğruyu ve gerçeği en renkli çığlıklarla bilince ve algılara taşır. Kısa ve öz oluşu ise, okuruna düşünme zamanı kazandırır. Genellikle pek az kullanılan aklın devreye girmesine olanaklar sunar.

 Yanma demek dile kolay,

Sende o güzellik,

Bende bu sevda varken;

Daha çok yanar yüreğim!

Yaşamın duruşu, çiçeklenmesi gonca güllerle gülümsemesi, sevinçlere kanat takması ve kendisini istenir kılması, paylaşıldıkça çoğalmasındandır. Paylaşılan yaşam gül bahçeleri kurarken; paylaşılmayanlar, yaşam alanını daraltır! Burada temel sorun adil paylaşımdan kaçınmaktır. Paylaşmamak temelli kişi veya dar grup yaklaşımları yıkar yaşamı(!) Paylaşım olmayan ortamda tüm renkler kapatır gözlerini… Oysa paylaşmak üretime katkıdır, güven, sevinç ve fırsat eşitliğidir. Yaşamları yaşanır kılmanın ön ve en gerekli adımıdır! Duygular körelince insanlıktan uzaklaşıldığı unutulmamalıdır ki; insanları en çok insanlıktan uzaklaşanlar yorar…

                                                                                                                                                      Açtı kanatlarını istemler,

Dal çözdü yapraklarını sevişmelere.

Yeşil karıştı mavisine sevdanın;

Serdi yaşam umutlara yüreğini!..

Paylaşılan yaşam gül bahçeleri kurarken; paylaşılmayanlar, yaşam alanını daraltır! Burada temel sorun adil paylaşımdan kaçınmaktır. Paylaşmamak temelli kişi veya dar grup yaklaşımları çürütür yaşamı(!)

 Acının gözleri açık yüreğinde,

Damarlarında deli çaylar akarı…

O en kahpe fırsat kollayıcıdır ki;

Günün açmazında bekler geceyi!

                                        

İnsanlığın boşalttığı alanı, “Kötü para iyi parayı kovar!” kuralı gereğince iyi olmayanlar doldurur. Bunlar hırslı, bencil, çıkarcı, yoz ve yobazlar güruhudur. Başkalarının inançlarına ve yaşamlarına karışma hadsizliğini yaşam biçimi haline getirirler. Hiç kuşkusuz bu olgu tek başına oluşmaz. Bunun için toplumun çözülerek çürümesi gerekir. Çürüyen toplumlarda en büyük yarayı “sevgi” alır(!)

Sevdanın uçarını vurdular!

Aşkın kanadını, kolunu kırdılar.

Çektiler çarmıha umudu;

Tüm çıkışlara çaresizliği koydular!..

Sevda özgür bireyin en bağımlı olduğu haldir. Gerekliliği yoğunlaştırılan sevdanın tabanı daralır(!) Kişiselleştirme genel geçerliği çözer. Bu buluşma, çakışma veya kesişmeler yaşamın yıldızları olabileceği gibi, silik bir lekede olabilir. Sevmek olgusu, yaşam denizindeki parıltılı yakamozladır ve varlıklara özgü güzelliklerdendir. Bu güzellikler, farkındalıklarla beslendiğinde gül açımlı olur…

Yokluğun sızılı bir diş gibi,

Ağrısı çırpınır yüreğimde!

Ah… bir çekip atabilsem derim;

İçimden senin sensizliğini!

Bütün sorun, kişilerin yaşama bakışlarıyla ilişkilidir. Laik ve demokratik bakış açısına sahip olmak, insani bir konuma evrimleşmiş olmakla ilişkilidir! Gelişimini tamamlayamamış olanlar, kişisel çıkarını toplumun, doğanın ve öteki varlıkların çıkarlarının önüne koyanlar yaşama farklı bir pencereden bakmaktadırlar(!) Kamu yararı onlar için geçerliği olmayan bir boş söylemdir. Kadını eşiti olarak görmeyen bakış, çocukları olmasa da olurlar safına koyar. Yaşlıları kendisine yük, hastaları bir an önce kurtulunması gerekenler olarak kabul eder. Sadece çıkar sağlayabileceği varlıkların var olmasını tercih eder(!) Bu tercih onlardan çıkar sağlamak içindir, tıpkı doğayı talan etmek gibi; bayramında başka canlıları kurban etmek gibi!...

Acının sesine ses katarken büyür yürek.

Okyanus akarında gül açar düşünceler…

Umut çimlenir geleceği kurma yolunda,

Yürür sarmaşıklar sevdalı yürekleri sarmaya…

Arzuları kırbaçlayıp, koynuna gireceksin yasakların; arzu ki, söndüğü an yineler gerekliliğini. Birlikteliğin zirvesinde sönerken çömelir ayakucuna, sonra yeniden yekinmelerle göz diker zirveye…