Cins ayrımcılığı dünya nüfusunun %50’ye dahil olan ezenleri ve öteki %50’de yer alanları ilgilendiriyor. Nerede bir aile veya iki cinsin birlikteliği var ise, orada bir cins ayrımcılığı olasılık dahilindedir. Bir kısım ezenler, ezdiklerinin farkında olmadan bu işi doğalmış gibi sürdürmektedirler. Bunun için doğru olmamasına karşın alışılmışa dönüşen yaşamlar (gelenekler ve inançlar) söz konusudur. Aynı aymazlık, ezilenler safında da görülmektedir. Yaşama ilişkin en doğal haklarının bilincinde olmayanlar ait olmaları gereken kesime karşı tavır alabilmektedirler(!)
Ayrımcılıklar, ilk çağlardan buyana en acımasız biçimde uygulanmıştır. Ayrımcılığın ilk görünürlüğü, görsel farklılıklar üzerinden sürdürülmüştür. Daha sonra yaşama biçimi, konumlanışlar gibi etkenlerle; din, dil, ırk ve cinsiyet gibi doğal farklılıklar ön plana çıkarılmıştır. Öteki ayrımcılıkların muhatapları ile cins ayrımcılığı muhataplarının açık ara önde oldukları görülmüştür.
Klasik ayrımcılık türleri içinde yer almayan fakat sonuçlarıyla sürekli olarak varlığını görünür kılan erk ayrımcılığı ve tür ayrımcılığına tanık olmaktayız. Erk ayrımcılığı yaşamsal haklardan fırsat eşitliğini ihlal ederken; tür ayrımcılığı, insanlar dışında kalan varlıkların yaşam hakkını tehdit etmektedir(!) Erk ayrımcılığının en çok görüldüğü durum, paylaşımla ilgili hallerdir. Paylaşımda fırsat eşitliğinin gözetilmemesi öncelikle yasalar önünde eşitliği, adaletsizliği, güvenirliği, birliktelikleri, hak ve özgürlükleri ihlal eden hukuk dışı yaklaşımlardır! Doğa öncelikli olmak koşuluyla, canlı ve cansız varlıklar, varlık zincirinin olmazsa olmaz halkalarıdır. Çevreye ilişkin duyarlıklar bu savımızı kanıtlar. Çevre tüm varlıklara var olma ve varlığını sürdürme olanaklarını sunan bir ortamdır. Ancak insanın egemen olduğu bir doğada; istemler, beklentiler ve tanımlar insanların damgasını taşır. Doğanın egemenleri öteki tüm varlıkları tartışmasız olarak kendi hizmetinde kabul eder(!) Bu yaklaşımıyla yaşamı yaşanılmaz kıldığının ayırdında değildir! Oysa doğadaki her varlık, yaşam için farklı bir seçenektir, yaşamı yaşanır kılan zenginleşme buradan beslenir. Özgürlük seçenek kullanabilmektir. Her yaşam formu bir başka seçenek sunarak yaşamı zenginleştirir. Bu ayrıcalık aynı zamanda yaşama ve doğaya karşı sorumlulukları artırır. Bu sorumluluk bilinci yani, farkındalık sorunları çözmenin anahtarı olabilir. Çözülmesi gereken sorunların önde geleni insanların kendi aralarındaki sorunların çözülmesidir. İnsan ilişkilerine ilişkin sorunların çözümüne en yakınlardan başlamak gerekir. En yakın ve yoğun ilişkilerin merkezi ailedir. Bu saptama bizi farklı cinslerin birlikteliğine götürür.
Barış içinde olmak üretkenliğin ve yaratıcılığın ön koşuludur. Üretkenlik yararlı olduğu sürece her koşulda olması gerekendir. Bunun için çözüm önceliği, eşitler arasındaki cins ayrımcılığına tanınmalıdır. Aile toplumun temeli ve bu temeli oluşturan iki farklı cinsin birlikteliğidir. Bu alanda sağlanacak olan sağlıklı ilişkiler, yaşamın tüm alanları için olduğu kadar, doğa içinde çok yararlı olacaktır.
Adalet algısı, güven duygusunu geliştirmelidir. Ayrımcılıkları ortadan kaldıran veya asgariye indiren gelişmeler eşitlik ilişkilerini öne çıkarırsa yaşam için yararlı olur. Hiçbir koşulda eşitlikten ödün verilmemelidir. Kutsal değer diye bir kavram yaratılmamalıdır. Yaratılan her kutsalın yaşam için bir ayak bağı olduğu unutulmamalıdır. Kutsalı kabul eden bağımsız, tabu yaratanlar ise özgür olamaz!
Evrenin özünde farklılıkların birlikteliği vardır. Bu gerçeği algılamak, bireylerin düzeyi ile ilişkilidir. Kapasitesi yetersiz olanlar sadece farklılıkları görürken; yetkin bireyler farklılıkların birlikteliğini de görür. Farklılıkların birliğini görmek, özgür iradi yaklaşımları evrensele taşır. Birey kendisini geçtikçe özüne yaklaşır.
Sorun algısı bireylerin düzeyini yansıtır. Bu düzey günceli ve geleceği kavrayacağı gibi, geçmişe takılıp kalmış da olabilir. Cins ayrımcılığının varlığı, her iki cinsin varlığını tehdit edebilir. Eşi, dostu, yakını özgür olmayanların özgürlüklerinden söz etmek güçleşir. Üçüncü kuşak dayanışma hakkının bu noktada devreye girmesi gerekir. İnsan olmanın kaçınılmaz gereği, öncelikle insanlarla ilgili sorunların çözülmesini gerektirir. Bu umudu yitirmemek umuduyla, her iki cinse de saygılar, sevgiler ve selamlar…