Sığınmacı dendiği zaman, ağırlıklı olarak Suriyeliler ve Afganlılar anımsanmaktadır. Bunun yanı sıra sınırlarımızın gerektiği gibi korunmadığı veya gerekli özenin gösterilmediği görülmektedir. Bu görev devletin en temel görevlerinden biridir.
Suriyeliler giderse ekonomimiz çökere diyenler var. Bu savın gerçeği yansıtmadığı kesin. Çalışabilir nüfusumuz, 64,7 milyon. Bunların içinde kayıtlı olarak çalışanların sayısı 21,8 milyon.
Suriyelilerin ekonomiye katkısı, ülkeye yükledikleri maliyetlerin çok altındadır.
Ucuz gibi gözüken bu niteliksiz işgücü, topluma çok pahalıya mal olmaktadır. Bu işten sadece onları kayıtsız olarak ve düşük ücretlerle çalıştıranlar kazanmaktadır. Mültecilerin kayıt dışı çalışmayı tercih etmeleri SGK’yı zor durumda bırakmaktadır. Emekliler ve çalışanlar bu durumdan etkilenmektedirler. Emeklilerin maaşlarını fiilen ve kayıtlı olarak çalışmakta olanlar ödemektedir. SGK’ya pirim ödeyen 21 milyon dolayındaki kişi, 13,5
milyonluk emeklinin maaşlarını tam olarak karşılayamadıklarından dolayı kurum zarar etmektedir(!)
Hasta hanelerde sıra beklemeyip, ecza hanelerde para ödemeyenler maliyeti de halkın sırtına binmektedir. Sığınmacıların varlığı, çalışanların örgütlenmelerinin önündeki engellerden biridir. Bu nedenle örgütsüzlük yaygınlaşmaktadır(!) Aynı zamanda genel ücret düzeyinin aşağılara çekilmesine neden olmaktadırlar.
Ülke genelinde eğitimin düzeyin düşmesine doğrudan ve dolaylı olarak neden olmaktadırlar. Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, 13,5 milyon sığınmacının 7 milyondan fazlasının Suriyeli olduğunu ve 3 milyon çocuğun Türkiye’de dünyaya geldiğini iddia etmektedir.
Tüketimleri nedeniyle buğday başta olmak üzere ithal edilen ürün miktarını etkileyerek daha çok döviz ihtiyacının ortaya çıkmasına neden olmaktadırlar.
Kiralar başta olmak üzere fiyat artışlarına neden olmaktadırlar. Potansiyel tasarruf düzeyini olumsuz olarak etkilemektedirler.
Vatandaşlarımızın eğitim, sağlık ve sosyal güvenlikten yararlanmalarını olumsuz yönde etkilemektedirler. Bu olumsuz etkiler, ülkemizin değerlendirilmesini olumsuz olarak etkilemektedir. Uluslar arası sıralamalarda çok gerilere düşmekteyiz.

Ekonomik duruma, sosyal yaşama, emek kesiminin genel çıkarlarına neden olan etkileri saymakla bitmez. Sınırlarımız yeteri kadar korunamamakta, ayrımcılıklar körüklenmekte; güven ve güvenliğin zayıflamasına neden olmaktadırlar. Bu olumsuz yaklaşımların genel sonucu olarak, sadece komşu ülkelerden değil;
öteki kıtalardan da mülteciler ülkemize akın etmektedirler. Bu olumsuzluklar sonucunda ülkemiz bir örtük işgal alanı olmaktadır. Hal böyle olunca; iyiliklerin, güzelliklerin ve hatta normal yaşamın alanı daralmaktadır.
Ülkemiz, niteliksiz göç alırken; nitelikli göç vermeye devam ediyoruz. Büyük özverilerle okuyan insanlarımız, yabancı ülkelere gitmek zorunda kalıyor.
Sığınmacılar istemeseler bile, yaşam kalitesinin düşmesine neden olmaktadırlar.
Onların istem ve beklentileri ile, otoriterleşmek isteyenlerin beklentileri kesişmekte ve bu olumsuzluk vatandaşlarımızın normal yaşantılarını etkilemektedir.
Uyuşturucu kullanımına ve pazarlanmasına uygun bir iklim yaratılmakta bu nedenle suç oranları artmaktadır. Ekonomide tartışmasız olarak kabul edilen;
“Kötü para iyi parayı kovar!” kuralı sosyal yaşamda etkinliğini sürdürmektedir.
Yetersiz yaşamlar, normal yaşamları kovuyor.
Kötürüm hale getirilen kurumların tepkisizliğinden de güç alan tutucu ve gerici akımlar, cumhuriyetin kazanımlarını kemirmeğe devam ediyorlar! Bu çağdaş olmayan olumsuzluklar, yaşam kalitesini olumsuz olarak etkiliyor. Çağdaş olarak nitelendirdiğimiz sistem ve yapıların bulunduğu yapılarda çağdaş olmayanların (çağ dışı bırakılanların) varlığı; onlara müsaade edildiğinin, istenerek yol verildiğinin kanıtıdır. Yani dünyadaki olumsuzlukların çok büyük bir bölümünden, dünyaya egemen olmak isteyenler (emperyalistler, kapitalistler ve onların işbirlikçileri) sorumludur!