Milletimiz tarafından daha çok Zülfü Livaneli’nin bilinen ancak büyük şair Sabahattin Ali’nin bir şiiri olan ve “Ayın şavkı vurur sazım üstüne /Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne /Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne /Ay bir yandan sen bir yandan sar beni “şiir herk kesim tarafından en çok sevilen ancak bir o kadarda sevildiği belli edilmeyen eserler arasındadır.

Leylim Ley şiirinin Bestesi Zülfü Livaneli’ye aittir. Sabahattin Ali’nin, Ses (1937) adlı öykü kitabına adını veren “Ses” öyküsünde yer alır. Öykünün kahramanı yol amelesi Sivaslı Ali, çadırının önünde durup saz çalıp, bu türküyü söyler. Zülfü Livaneli, öyküyü okurken bu türkünün sözlerinden çok etkilendiğini ve bestelediğini açıklamıştır.

 Zülfü Livaneli’nin 1975 tarihli “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” albümünde yer alan bir türkü olan Leylim Ley’i seslendirilen sanatçılar arasında İbrahim Tatlıses, Edip Akbayram, Zerrin Özer, Leman Sam, Zara, Özdemir Erdoğan yer almıştı.

1937 yılında Sabahattin Ali tarafından yazılan Leylim Ley isimli şiiri Zülfü Livaneli bestelediğinde yakın çevremizde bulunan arkadaşlarımıza “Çok harika bir eser olmuş ama bir Ülkücü olarak solcu Sabahattin Ali tarafından yazılmış yine başka bir solcu sanatçı olan Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiş böyle bir eseri dinlemek yada propagandasını yapmak bize yakışmaz, racona ters” diyerek aslında ideolojiye nasıl teslim olduğumuzu da kendi kendisimize itiraf etmek zorunda kalmıştık.

Bizim çaresiz bir şekilde Leylim Ley eserini dinlemeye başladığımız tarih bu eseri İbrahim Tatlıses’in de söylemesinden sonraya denk gelir, Şarkıyı Zülfü Livaneli’nin mi yoksa İbrahim Tatlıses’in mi daha iyi seslendirdiği bir tarafa beklide İbrahim Tatlıses’ten dinlemek ideoloji olarak daha az yarar verir diye düşünmüştük.

Biz bir taraftan Leylim Ley isimli eseri dinlemekten kaçınırken bir taraftan da Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” başta olmak üzere pek çok sol tandanslı yazar-çizerin eserlerini de büyük bir beğeni ile okuyor ve okutturuyorduk.

Bugün o ideolojilerin hayatımızı esir aldığı günler geride kaldı, herkes hoşuna giden her şairi ve o şair tarafından yazılan her eseri rahatlıkla oluyor, birbirinden güzel son derece akıcı bir Türkçe ile yazılmış eserlerin sistem tarafından neden bölünüp parça parça edildiğine de bir türlü anlam veremiyor.

İçerisinde bulunduğumuz günlerde sürekli anketler yapılıyor,kamuoyu araştırmalarında vatandaşlara “kim ne kadar kitap okuyor.?” soruları soruluyor ve maalesef cevaplarda hepimize hayal kırıklığı yaratacak seviyede çıkıyor.

Biz her şeye rağmen şiirin, Edebiyatın,tarihin bir gün her türlü ideolojinin üzerinde olacağını, Toplumların okuyarak daha üst noktalara çıkacağına inanıyor ve umudumuzu asla kaybetmiyoruz.

İnsanımız uzun yıllardır okumayı, sanatsal etkinliklere gitmeyi artık lüks gören bir noktaya geldi, Türkiye’de siyasetin son dönemlerde alabildiğine sert yapılması dolayısı ile tam ortadan ikiye ayrılan kitleler “bu eser beni siyasette temsil edenlerin kafasına uymuyor, dolayısı ile bende bu eserleri okumayı, dinlemeye, seyretmeyi reddediyorum” şeklinde temeli olmayan bir noktaya taşıdığından olsa gerek hiçbir şey eskisi kadar keyif vermiyor.

Bütün bu olumsuzluğa rağmen biz sanatçılarımızın yorulmadan, usanmadan, başlarına gelen bütün olumsuzluklara rağmen pes etmeden topluma yeni erserler vermeleri gerektiğini savunuyor ve bu ısrarımızdan da asla vazgeçmek istemiyoruz.

Zira “Şiir okuyandan,Türkü söyleyenden kötülük gelmez” diyenlerin de mutlaka bir bildikleri olduğunu asla ve asla unutmuyoruz.