Kamuya ait olan hak, yetki ve varlıklar kişiselleştirilemez. Özellikle özelleştirmelerde buna dâhildir. Devlet dendiği zaman; özgür iradi katılımcıların, ortak yaşam iradesi ile oluşturdukları bir yapılanmadan söz etmekteyiz. Kuruluş aşamasındaki birebir katılımcılık, örtük olarak sonradan gelenlerinde temel hakkı niteliğindedir. Bu miras hiçbir koşulda görmezden gelinemez.  Kamusal alanın öznesi devlet değil, özgür iradi katılımcı vatandaşlar ve onların mirasçılarıdır. Gözde Bedeloğlu, konuya ilişkin olarak ayrıntılı bir yaklaşım sunmaktadır:
‘Kamu’ dendiğinde her ne kadar aklımıza ilkin devlet ya da devlete ait kurum ve kuruluşlar, görev ve yetkiler gelse de; kamu, bir ülke halkının bütününü, herkesi, bizi, yani halkı tanımlar. Kamu kavramını zihnimizde devlet ile özdeşleştirdiğimizde, kamusal alanı fikir ve deneyim üretilen bir mekan/meydan/merkezden ziyade, devlete ait ve onu yönetenlerin ideolojik kontrol alanı olarak kabul etmiş oluruz. Bu da özgürlüğü kamusal alandan çıkarıp, ‘özel alana’ yani eve sıkıştırmak demek. Oysa demokrasi, milyonlarca insanın birbiriyle temas ettiği kamusal alanlarda tohumlanır, filizlenir, güçlenir ve ancak bu sayede dışardan içeri, kamusal alandan özel alana girer. Kamu biziz, kamuoyu fikrimiz, kamusal alan da düşüncelerimizin biçimlendiği yer. Devlet ise; Rize’de, yaylasını talandan korumak için iş makinaları ve jandarmanın karşısına dikilen Havva Ana’nın söylediği gibi; “Bizim sayemizde devlettir.” Dolayısıyla devlet, kamusal alanın sahibi değil, ancak düzenleyicisi olabilir. Devlet, kamusal alanı ne kadar biçimlendirmeye çalışıyorsa o kadar baskıcı, ne kadar düzenleyicilik görevini üstleniyorsa o kadar özgürlükçüdür.(GÖZDE BEDELOĞLU. 13 MART 2022 BİRGÜN)
Kamusal alan, milli iradenin dal-budak saldığı ve millet harcının mayalandığı bir alandır. Bireylerin kamusallığa ilişkin algılarının temelinde ortak varlıklar vardır. Bu ortak varlıkların önde geleni adına vatan dediğimiz ve üzerinde yaşam bulup sürdürdüğümüz topraklardır. Bu topraklar üzerinde yaşayanların katılımlarıyla kurulan tüm varlıklar ortak varlıklar kapsamındadır. Bunun gibi, yer altında olan kaynaklar ile yer üstündeki varlıklarda (Dağ, deniz, dere-tepe, ormanlar ve akarsular) ortak varlıklar kapsamındadır. Bu varlıkların sahipliği, onlara ilişkin kararlarda söz sahibi olmanın da gereğidir. Özgür iradi tercih kullanan bireyler, kendilerine ait olan kamusal alanlarda dayanışırlar. Bu birliktelik, yönetime katılımın güvencesidir. Yönetime katılım doğrultusunda ve geleceğe dönük, ülke yararını temel alan gelecek projeleri bu alanda vücut bulur. Bu alan, sahiplik hakkından kaynaklanan katılımı, dayanışmayı ve güvenceleri üretir. Yani, paylaşım adaletinin temelidir ki; bu temel aynı zamanda millet oluşumunun da temelidir. Ortaklık ilişkileriyle oynamak, milletin varlığı ile oynamaktır!
Kuruluş değerleri de kamusal varlıklar kapsamındadır. Bu değerler milletin kültürel bağlarıdır. Kuruluş öyküsü milleti sarıp sarmalar. Kültür bir yaşama biçimidir ve bu nedenle de en yaygın olan ortaklık unsurudur. Bir milletin ortak değerlerini hedef alan girişimler, millet bütünlüğünü parçalayabilir. Eğitme biçimi ve öğretim birliği de aynı kapsamdadır. Dahası inanç adına yapılan dayatmalar(laikliğe aykırı olarak) fiili olarak bir bölme ve parçalama girişimidir. Temel hakları görmezden gelen ve doğal yaşama aykırı olan bir ulusal istenç görülmemiştir. Bütün bunlar birlikte yaşamın olmazsa olmazlarıdır. Milli irade, temel değiştirilemezler dışında; zorunlu değişimleri izleyebilecek esneklikte olmalıdır.
Vatandaşlara yönelen, yasal kılıflı veya yasa dışı baskılardan onları koruyacak olan devlettir. Mülkiyet ve sahiplik hakkı temel haklardandır. Bu haklara yönelen eylem ve girişimler, yasal görünümlü hukuk dışılıklar olabilir. Hatta bu doğrultuda örgütlenmiş olan yapılanmalarda olabilir. Bu konuda devlet(adımıza yönetenler), gerekli önlemleri almalıdır. Özellikle hak yoksunluğu ile sonuçlanacak(özelleştirmeler) gelişmelere müsaade edilmemelidir. Özelleştirmeler, görünürlüğü ile oynanan sınıfsal girişimlerdir. Özelleştirmelerle birilerini ayrıcalıklı kılmak, özünde toplumu parçalamaktır(!) Ülkemizdeki özelleştirmelerdeki tanıklıklarımız, onu savunanları yalanlamaktadır. Özelleştirildiği için daha ucuz, daha kaliteli ve rekabete açık, güvenli olan bir tek örnek gösterilemez. Hiçbir özelleştirmede yeni yatırımlar yapılmadı. İstihdam sağlamak bir yana, bir kısım çalışanlar kapının önüne kondu. Devlete ait olan bazı tekeller yağma mantığı ile değerinin altında değerlerle özel tekellere dönüştürüldü(!)
Son olarak şunu söyleyebiliriz; devlet olmanın gerekleri, hiçbir koşulda göz ardı edilmemelidir. Varlıklarını kaybeden ulusların, bağımsızlığını koruması olanaksızdır!