Tarih 6 Mayıs 1876 Selanik. ...
Bir Bulgar kızı, tahsildar Emin Efendi ile evlenebilmek için Müslümanlığı kabul etti. Bulgarlar bu durumu kabul edemedi. Tesettüre girmiş kızı, jandarmaların elinden zorla alıp, kendilerine karşı koymaya çalışan 10 kadar Türk’ü de döverek, Amerika Konsolosluğu’na götürdüler...Olayı duyan Selanikli Müslümanlar, "kızın dini ve ırkı ne olursa olsun, mademki çarşaf giymiştir, bu kıyafette bir kadının çarşafını yırtılarak götürülmesi dine, millete, devlete hakarettir. Biz bunu hazmedemeyiz" diyerek Saatli Cami’de toplandılar...
Kızın ABD Konsolosluğu’nda olduğunu öğrenince yabancı görevlilere saldırdılar. Selanik'teki Alman konsolosu Eric Abbot ile Fransız Konsolosu Jules Moulin öldürüldü öldürülmesi olayı bir anda uluslararası siyasal krize dönüştürdü... Yabancı devletlerin İstanbul'daki elçileri hadiseyi haber alır almaz Rusya elçisi İğnatiyef'in başkanlığında bir toplantı yaptılar. "Mensup oldukları devletlere hadiseyi yazıp, donanma istemeye, karaya asker çıkarıp Selanik ve havalisini işgal ettirmeye" karar verdiler. Derhal muhtelif devletlerin gemileri de, Selanik limanına geldiler. Bunun üzerine hemen harekete geçen Babıali, Selanik Valisi Refet Paşa'yı görevden aldı. Hadisede ismi geçen 54 kişi tutuklandı, elebaşları addedilen 6 kişi derhal idam edildi ve maktul konsolosların mensup oldukları devletlere teessür ve taziyelerle birlikte toplam 900.000 Frank konsolosların ailelerine tazminat ödendi. Böylece, Osmanlı Devleti'nin Selanik Vilayeti Almanya ve Fransa Konsoloslarının öldürülmesi olayı, Avrupa Devletleri'nin Selanik'e asker çıkarmasına gerek kalmadan çözüldü. Bu olayı, Bulgarlar ve Rumlar çıkarttıkları halde onlara hiç dokunulmadı. Almanya ve Fransa konsoloslarının feci ölümlerine sebebiyet verenler cezasız kaldı. Olay bütün elçi ve konsoloslar ile yabancı tüccarları korkuya, dolayısıyla devletleri Osmanlı Devleti aleyhine sevk etti.
Olayda elebaşı olduğu iddia edilenlerden biri de kızıl sakallarından dolayı "KIZIL HAFIZ" diye bilinen HAFIZ AHMED’di. Kızıl Hafız Ahmed, yedi yıl boyunca saklanacağı ve orada öleceği Makedonya dağlarına kaçmıştı.
Selanik Evkaf Dairesi’nde memur olan ALİ RIZA EFENDİ, babası Kızıl Hafız Ahmed’i arayan jandarmalar tarafından birkaç kez karakola götürüldü. Zübeyde Hanım kayınpederinin dağa kaçması ve kocasının sürekli gözaltına alınmasını hep korkuyla izledi. Daha çok gençti; yirmisinde yoktu...
Ali Rıza Efendi ile Zübeyde Hanım’ın ne zaman evlendikleri tam olarak bilinmiyor. Tahmini olarak 1870’lerin başı deniliyor. Ali Rıza Efendi evlenmek istediğini söylediği akrabaları aracılığıyla. Sarıgüllü Hacı Sofulardan Feyzullah Ağa’nın kızı; kumrala çalan sarışın, beyaz tenli, orta boylu, mavi gözlü, dalgalı kıvırcık saçlı ZÜBEYDE bulundu.
Aydın Milletvekili Tahsin San, şu bilgileri vermiştir: "Atatürk'ün validesi Zübeyde Hanım, Sofu-zade ailesinden Feyzullah Ağa'nın kızıdır. Bunlar Selanik'te doğmuşlardır. Bu aile 130 sene evvel Sarıgöl'den Selanik'e gelmişlerdir. Vodina Kazası'nın batısında Sarıgöl Nahiyesi'nde onaltı köyden ibaret olan bu nahiye ailesi, Makedonya ve Tesalya'nın fethinden sonra Konya civarı ailesinden Osmanlı Hükümeti'nin sevk ve iskan ettirdiği Türkmenlerdendir. Son zamanlara kadar beş asır müddet içinde hayat tarzlarını, kılık - kıyafetlerini değiştirmemişlerdi."
Eldeki mevcut bilgilere göre aile, 1466'larda Karaman'dan gelerek Vodina Sancağı'na bağlı Sarıgöl'e yerleşmiş; sonra Selanik yakınlarındaki Lankaza (Langaza)'ya göçmüş, Zübeyde Hanım 1857'de burada dünyaya gelmiştir. Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın babası Sofu-zade Feyzullah Efendi üç defa evlenmiştir. İsimlerini bilmediğimiz diğer iki eşi bir tarafa bırakılacak olursa, Zübeyde Hanım'la birlikte Hasan Ağa ve Hüseyin Ağa, Feyzullah Efendi'nin üçüncü eşi Ayşe (Aişe) Hanım'dan dünyaya gelmişlerdir.
Yakın tarihimize ışık tutacak yer ve mevki adları ile özellikle Atatürk'ün soyuna ilişkin bilgi ve belgeler de bu iki belde kültürü içerisindedir. Kızıllar ve İbrala'nın mezraları olan Kızılyar, Çardak deresi ve Tekke mevkileri bu iki aşiretin mensuplarınca otlak olarak kullanılmaktaydı. İbrala Deresinde İsmail Hacı Obruğu, Öksüz Ömer, Merdivenli, Göçer ve İnlikuyular çevresinde sürülerini otlatmışlardı.
Mustafa Kemal ‘in baba soyu, AYDIN / SÖKE’nin SERÇİNE köyünden gelerek Manastır vilayetine yerleştirilen “KOCACIK” Yörüklerin (Koca Hamza Yörüklerin)’ dendir. Bunlar Anadolu’nun Türkleşmesinde katkısı olan “Kızıl – Oğuz” veya “Kocacık Yörükleri Türkmenlerinden” geldiğini göstermektedir.
Kızıllar ve Sofular cemaatlerine bağlı sürü sahiplerinin yüzlerce yıl sonra Kızıllar cemaatinden Ali Rıza Bey ile Sofucular cemaatinden Zübeyde Hanım'ın Selanik'te bir yuva kurmaları yazılı kaynaklar kadar, bir söylence olarak yörenin sözlü dağarcığında da canlılığını korumaktadır.
Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi, Selanik’te 1839 yılında doğdu. Selanik’te Abdi Hafız Mektebi’nde okuduğunu ve Vakıflar İdaresi’nde “ikinci katip” olarak memuriyet yaptığını bildiğimiz Ali Rıza Efendi, sonradan Rüsumat İdaresi’ne girmiş ve “Gümrük Memurluğu” görevlerinde bulunmuştur.
1935 yılında ele geçirilen ve Ali Rıza Efendi’ye ait olduğu tespit edilen bir fotoğrafla ilgili olarak yapılan araştırmalar sonucu, onun 1876-1877 yıllarında Selanik’teki “Asakir-i Milliye Taburu”nda “Birinci Mülazım”, Üsteğmen rütbesiyle görev yaptığını öğreniyoruz. Mensubu olduğu “Selanik Asakir-i Milliye Taburu” 1876 Osmanlı-Sırp Savaşı’nın başladığı günlerde Şura-yı Devlet Başkanı olan Midhat Paşa’nın teşebbüsleri ile kurulmuş “gönüllü taburlar”dan biridir.
Annesi Ayşe Hanım kızının evlenmesine karşıydı ama ikna edildi. Zübeyde Hanım, AliRıza Efendi’nin ailesinin Yenikapı Mahallesi’ndeki evine gelin gitti.
Ali Rıza Efendi, "Gülzar-ı Cennetim Zübeydem" diye hitap ettiği karısını çok sevdi. Zübeyde Hanım Yenikapı’daki evde üç çocuk dünya getirdi: Ahmed, Ömer ve Fatma. Fatma daha yaşını dolduramadan öldü. Babası Hafız Ahmed’in Makedonya dağlarına gitmesinin birkaç ay sonra, Ali Rıza Efendi, Osmanlı-Rusya savaşı nedeniyle Selanik’te kurulan ASAKİR-İ MÜLKİYE’ye, yani yardımcı askerler birliğine katıldı. 35 yaşındaydı; okuryazar olduğu için geçici olarak üsteğmen rütbesi verildi. Askerliği yaklaşık iki yıl sürdü; Ayastefanos Anlaşması’ndan sonra askerliğe veda etti.
Askerlikten sonra Ali Rıza Efendi, Osmanlı-Yunanistan sınırındaki Olimpos Dağı’nın ormanlarla kaplı eteklerinde bulunan gümrük kontrol noktasına gümrük muhafaza memuru olarak tayin edildi. Ege denizi kıyısında Paşaköprüsü denilen bu ıssız yer, Selanik’e 120 km uzaklıktaydı ama karayolu yoktu. Yaşamak için uygun bir yer değildi; ne kasaba ne köydü; sadece görevlilerin ailelerinin kaldığı derme çatma birkaç ev ve gümrük kontrol binasından ibaretti. Üstelik Olimpos Dağı Rum eşkıyalarla doluydu ve etrafı haraca kesmişlerdi.
Zübeyde Hanım iki çocuğuyla bu ıssız ve kasvetli yere gelmekten hiç hoşnut olmadı. İkinci çocuğu Ömer’i ilaçsızlık ve bakımsızlıktan burada kaybetti. Fatma’dan sonra Ömer’i de kaybeden Zübeyde Hanım’ı bir korku saldı; "Ya Ahmed’ime de bir şey olursa?" Hep Selanik’e dönmek istedi.
Ali Rıza Efendi’nin görev yaptığı gümrüğün bütün işleri kereste ihracatı üzerineydi. Ali Rıza Efendi, görevi sırasında kereste tüccarıyla tanışıp arkadaş oldu. Bu arkadaşlık ona yeni bir iş kapısı açtı; memurluktan ayrılıp, kereste tüccarları Cafer Efendi ile ortaklık kurup ticarete atıldı. 3 lira maaş aldığı devlet memurluğundan sonra bu ticaret Ali Rıza Efendi’ye para kazandırmaya başladı. Yoksulluk günleri geri de kalmıştı işte; bu nedenle Selanik’e dönmek isteyen eşinden hep sabır istedi. Zübeyde Hanım dindar bir kadındı. Beş vakit namaz kılıyordu. Yaşam gücünü hep dualardan alıyordu. Ancak korktuğu oldu; son çocuğu Ahmed de öldü. Küçük çocuk sahil kenarındaki kumlukta açılan bir mezara defnedildi.
O gece çıkan fırtına denizde dev dalgalara neden oldu. Kıyıları döven dalgalar Ahmed’in minik cesedini yerinden çıkardı. Dağlardan inen aç çakallar kefen içindeki ufacık bedeni paramparça etti. Sabah haberi öğrenip olay yerine koşan Zübeyde Hanım bu acılı manzarayı görünce şoke olup oracıkta bayıldı. Paşaköprüsü’nde yaşayan bir avuç insan Zübeyde Hanım’ı teselli etmek için ellerinden geleni yaptılar. Ancak...Ahmed’in ölümü sonrası yaşananlar Zübeyde Hanım’ın ruhsal dünyasında derin yaralar açtı. Günler geçti; Zübeyde Hanım’ın gözünün önünden o korkunç manzara gitmedi bir türlü. Geceleri kabus gördü sürekli.
Üstelik hamileydi...
Ahmed’in ölümünden sonra Ali Rıza Efendi yine işinin başına döndü. Eve pek az uğruyor; günlerini işi nedeniyle ormanda geçiriyordu. Bir an önce para biriktirip bu kasvetli yerden kendini ve karısını kurtarmak istiyordu. Bu nedenle haraç isteyen Rum eşkıyaların tehditlerine bile aldırmıyordu. Kendi başına bir şey geleceğinden korkmuyordu ama eşi için kaygılanmaya başladı. Eşini güvenlikli bir yerde rahat doğum yapması için Selanik’e götürdü.
Artık ellerine iyi para geçiyordu; Ali Rıza Efendi, AHMED SUBAŞI MAHALLESİ’nde üç katlı, pembe boyalı bir ev kiraladı. Üftade isimli siyahi bir kadını da yardımcı tuttu. Ve tekrar işinin başına döndü.
Zübeyde Hanım daha otuzuna gelmemişti. Ruhsal dünyası evlat acısı yaşayan tüm anneler gibi altüst olmuştu. Yetmezmiş gibi, birkaç hafta sonra kocası Ali Rıza Efendi’yi Rum eşkıyalar kaçırdı. Ali Rıza Efendi yüksek bir fidye karşılığı özgürlüğüne kavuşabildi. Kereste ticaretini bıraktı. Zaten Osmanlı jandarması da, "Rum eşkıyalar barınmasın" diye ormanı yakmıştı!
Tüm bu olaylar doğum tarihi yaklaşan Zübeyde Hanım’ın sinirlerini allak bullak etti.
İyi annelik yapamayacağından, yeni doğacak bebeğinin de öleceğinden korkuyordu. Elinden tespih, dudaklarından dua eksik olmadı o gergin günlerde. Bütün duaları doğacak bebeğinin sağlığı içindi.
Bebeğinin kendisi gibi sarışın ve mavi gözlü olmasını istiyordu. Soranlara kız çocuğu istediğini söylüyordu ama içten içe erkek evlat arzuluyordu. Ve isteği oldu; tıpkı kendisi gibi sarışın, mavi gözlü bir oğlu oldu...Ali Rıza Efendi oğlunun kulağına eğilip adını fısıldadı: Mustafa. Mustafa; Ali Rıza Efendi’nin daha minik bir bebek iken kaza sonucu beşikten düşüp ölen kardeşinin adıydı...
Alirıza Memuriyetten ayrıldıktan sonra giriştiği her ticari faaliyet bu şekilde başarısızlıkla sonuçlanan Ali Rıza Efendi, bu olaylardan çok etkilenmiş ve büyük bir moral çöküntüsü içinde hayata küsmüş ve ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Zübeyde Hanım anılarında bu gelişmeleri şöyle anlatmaktadır: “Merhumun, son günlerinde işinin fena gitmesinden çok müteessir oldu. Kendisini salıverdi. Daha sonra da derviş meşrep bir hal alarak eridi gitti. Kocamın hastalığı büyüdü, artık yaşamazdı.” Makbule Hanım’ın ifadelerine göre Ali Rıza Efendi, “işlerinin kötü gitmesinden çok müteessir oldu... Nihayet barsak veremine tutuldu. Üç sene hastalık çektikten sonra vefat etti...” Ali Rıza Efendi’nin hastalığına içkinin etkisiyle şiddetlenen bağırsak iltihabı tanısı kondu. 47 yaşında öldü, Zübeyde Hanım 27 yaşında dul kaldı ve kendisine devlet tarafından iki mecidiye (40 kuruş) dul maaşı bağlandı.
Ali Rıza Efendi’nin ölüm tarihi ile ilgili olarak değişik tarihler verilmektedir. Mustafa Kemal hatıralarında, tarih vermeden, “...Şemsi Efendi Mektebi’ne kaydedildim. Az zaman sonra babam vefat etti” demektedir. Kız kardeşi Makbule Hanım ise anılarında, kendisinin doğduğu günlerde (1885), babasının hastalığının başladığını, işine gidemediğini ve ilk yaşını doldurduğunda da hastalığın çok ağırlaştığını ve en küçük kız kardeşi Naciye (doğumu: 1889) kırk günlük iken babasının vefat ettiğini anlatır.
Bu durumda Ali Rıza Efendi’nin ölümünün 1899 veya 1990’ın ilk aylarına rastlaması gerekir. Mustafa Kemal de o sırada dokuzuncu yaşının içindedir. Ve Şemsi Efendi Okulu’nun üçüncü sınıfındadır. Afet İnan, “Mustafa, daha ilkokul çağında babadan yetim kalmıştır” derken; Ali Fuat Cebesoy da, “babası öldüğünde Mustafa Kemal’in 9-10 yaşlarında olduğunu” yazmaktadır.
Faydalanılan Kaynaklar.
Dr. Ali Güler Atatürk’ün Ailesinin seceresi
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 45, Cilt: Xv, Kasım 1999
Atatürk (Andrew Mango)
Atatürk’ün Soy Kütüğü ( Burhan Göksel )
Bilgi Çağında ki Türk Gençliği ( Şecaattin Zenginoğlu)
Atatürk Ve Ailesi Adnan Güllü Mavi Didim Gazetesi