*Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin En Sessiz Devrimcisi; Türkün Dilidir !
Batılı, yüzyıllardır eşitlik üzerine konuşuyor; cinsiyet ayrımcılığına, ataerkine, heteronormatif dayatmalara karşı güçlü savaşımlar yürütüyor. Kadın eylemleri sokaklara taşıyor, trans hakları yasal metinlere giriyor, ‘eşit işe eşit ücret’ istemleri öne çıkıyor ama tüm bu görünür devrimlerin gölgesinde, görünmez bir alan ısrarla sessiz kalıyor: Dil.
Bugün Fransızca’da bir cümle/tümce kurduğunuzda, özneniz kadın olsa bile erkek zamiriyle çekim yapmanız gerekir. Almanca’da bir kadın öğrenciye bile "Student" (erkek) denilmesi olağan sayılır. İngilizce'de ise üçüncü tekil şahıs “he/she” ayrımıyla karşımıza çıkar. Kimi çevreler bu ayrımı kırmak için “they” zamirini nötr biçimde kullanmayı önerse de, bu uygulama henüz kalıcı ve sistemsel bir çözüm olamamıştır.
Batı'daki büyük çelişki... Bir yanda “kadın erkek eşittir” diyen anayasa maddeleri, öte yanda “yalnızca bir erkek varsa herkes erkektir” diyen dilbilgisi kuralları... Dile sinmiş ataerkillik o kadar derindir ki, kadınların görünür olması için bile daha çok çaba gerekir.
İroniktir ki, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çoğunlukla “geri” olarak etiketlenen Türkçe, bu açıdan dünyanın en ilerici, en eşitlikçi dillerinden biridir.
-
Türkçede cinsiyet yoktur.
-
Türkçede fiiller kadın-erkek için değişmez.
-
Türkçede “o geldi” dendiğinde kimin geldiğini söylemek için cinsiyete başvurmanız gerekmez.
-
“Güzel insan” tanımı, hem kadın hem erkek her cins kimlikler için kapsayıcıdır.
Bu fark, teknik bir dilbilgisi özelliği değil, kültürel bir birikimdir. Türkçenin bu “nötrlüğü" ya da ayrımcılıktan uzak yapısı, onu bir dil olmaktan öte bir etik duruşa yaklaştırır. Erkek olanı varsayılan kabul etmeyen, kadın olanı paranteze almayan, üçüncü cinsiyeti dışlamayan bir yapıdır bu; dilde cinsiyet ayrımı yapmaksızın, dilbilgisel eşitlik.
Öyleyse neden Batılı; dillerdeki bu yapıları olduğu gibi bırakıyor da, bedenini değiştirmek isteyen bir bireyin özgürlüğü göklere çıkarıyor?
Bir yanda “biyolojik cinsiyet değişebilir” diyerek kişinin bedenine müdahalesi savunuluyor.
Ama diğer yanda “dil doğal gelişir, yukarıdan aşağıya değiştirilemez” denerek dilbilgisi kurallarına dokunulmazlık dayatması yapılıyor. Kuşkusuz bu bir çelişkidir. Dahası dildeki bu yapı, bu kullanım; bir seçici duyarlılık, bir tür ideolojik rahatlık alanıdır.
Çünkü Batılı'ya göre; bedeni değiştirmek bireysel özgürlük alanına girer, ama dili değiştirmek ortak hafızaya dokunur.
Bedenin sınırları size aittir; ama dilin sınırları iktidara, kiliseye, devlete, akademiye aittir.
Ve hiçbir iktidar, dildeki ayrıcalıklı cinsiyet konumundan kolay kolay vazgeçmez
Oysa Türkler; Orta Asya'dan günümüze değin, Türkçe'yi “erkek zamiriyle genelleyerek” kadınları görünmezleştirmez.
Türkçe'de “he/she” yoktur, “
Türkçe'de “geleceğim” diyen kadın, erkek ya da çocuk gelmek yüklemini aynı biçimde söyler.
Bu nedenledir ki Türkçe; gerçek bir devrimcidir. Bağırmadan eşitlik sağlar. İdeolojik bildirgeler sunmadan her bireyi birbirine eşit sayar.
Elbette ki Batılı dillerin tarihsel gücünü ve düşünsel derinliğini yok sayamayız. Ancak onlara özgü bu “görünmez eşitsizlikleri” sorgulamadan, eleştirmeden de "toplumsal cinsiyet eşitsizliği" üzerine ürettikleri düşünceleri yetersiz, eksik bulabiliriz ki ben kendi adıma buluyorum da... Dahası onlara “Siz Batılılar, kadın-erkek eşitliği için pankart açmadan önce, dilinizi eşitlemeye ne dersiniz?” diye soruyorum da...