Brankhidler Heykeller grubu British Museum'da
Didyma'daki Apollon Tapınağı Kutsal Alanı, Perslerin İÖ. 494 yılındaki tahribine kadar Brankhidler ailesi tarafından yöneltilmiştir. Brankhidler ailesi II. Darius'un askerleri tarafından kovulmuş ve Tapınak İÖ 493 yılında tahrip edilmiştir. Bu esnada bronz'dan yapılmış Apollon Kült heykeli Ektebana'yaAydın İli, Söke İlçesi Yenihisar köyündeki Didyma Apollon Tapınağı'nda 1895-1896 yıllarında Fransız Hascoulier yönetimindeki ilk kazılar yapılmıştır. Hascouiler'in kazısı sonucunda bazı eserler İstanbul'a pek çok mimari parça'da Louvre Müzesine götürülmüştür. Tapınak'ta kazı 1904'te tekrar başlamış ve 1913 yılına kadar T. Wiegand başkanlığında aralıklarla devam etmiştir. Apollon Tapınağı'nın 1924 - 1925 yılı kazılarında bulunan mimari parçaların bir kısmı da Bakanlar Kurulu kararı ile Berlin Müzesine verilmiştir.
Yine o yıllarda Didyma'dan Miletos'a uzanan kutsal yolun her iki tarafına sıralanmış olan antik çağa ait oturan giyimli kadın ve erkek heykelleri (Brankhidler) ile bir aslan heykeli British Museum'a götürülmüştür.
Kaynak: Yitik Mirasın Öyküsü. Kültür Bak. Yayınları.
TARİHİMİZİN yağmalanmasına bilinçsiz yöneticiler sebeb oldu.ÇÜNKÜ TARİH BİLMEYEN DEVLET YÖNETİCİ PUSULASI OLMAYAN GEMİ KAPTANINA BENZER
Anadolu - Bağdat Demir Demiryolu yapımında yabancılara detimsiz arkeolojik kazı izni verildi.
Anadolu'yu Bağdat'a bağlayan demir yolu yapımına ilişkin anlaşmalar da kültür varlıklarının tahrip edilmesine sebep olmuştur. Haydarpaşa - İzmit demiryolu hattının Ankara'ya kadar uzatılmasına ilişkin 4 Ekim 1889 tarihli anlaşmanın yirmi ikinci maddesinde ve Ankara'dan Kayseri'ye, Eskilehir'den Kütahya'ya ve Afyonkarahisar'dan Konya'ya ulaşacak olan demiryolu hattının inşaasıyla ilgili olarak 5 Mart 1903 tarihinde imzalanan anlaşmada yer alan imtiyaza göre, demiryolunu inşa edecek şirketler, çalışmalar sırasında herhangi bir izin almadan arkeolojik kazı yspabilecektir. Bu madde, yabancı şirketleri demiryollarının yapımı sırasında bilinçli veye bilinçsiz olarak höyük ve ören yerlerine yönetmiştir. Denetimsiz yapılan bu kazılarda kaç eserin çıktığı bile bilinmemektedir.
Bağdat Demiryolu inşaatı 1930 yılının sonunda tamamlanabilmiş ve ilk tren 1940 yılında yola çıkmıştır.
Kaynaklar : M. Albayrak, Osmanlı - Alman ilişkilerinin gelişimi ve Bağdat Demiryolunun yapımı. 1995: 14.
H. Karaduman, "eski eser kaçakçılığı" 1998 yılı Anadolu Müzesi Konferansları. 1999: 5,12.
OKUNAN İLK MİLLİ MARŞIMIZ MEĞER BİR TÜRKÜYMÜŞ…
1913 yılında, İngiltere’ye sipariş edilerek yapımı tamamlanan savaş gemisi (Reşadiye Zırhlısı’nı) almaya giden üç yüz Osmanlı denizcisi, gemiyi alırken tam devir-teslim anında, İngilizler kendi ulusal marşlarını çalıp söylemeye başlarlar. Herkes esas duruşa geçer, İngilizler ‘den sonra bizim de bir marş söylememiz gerekir. Ancak o dönemde bizim bir milli marşımız yoktur. O sırada Türk tarafından bir Çarkçıbaşı durumun önemimi anlar ve kurtarmak için arkadaşlarına şunu sorar; Entarisi
-Entarisi Ala benziyor’u biliyor musunuz?
-Evet, biliyoruz derler.
Tamam der, Çarkçıbaşı ve işareti verir. Hep bir ağızdan başlarlar okumaya…
İngilizler esas duruşta bizim donanmayı dinlerler. Hatta eserin bir bölümünde değişiklik bile yaparak, “şeftalisi bala benziyor” kısmını da “Sultan Reşat bal’a benziyor” olarak Türküyü Milli marş olarak okurlar.
Entarisi Ala benziyor isimli Türkü, Muzaffer Sarısözen Tarafından derlenmiş ve notaya alınmış, 621 numarası ile TRT repertuvarına kayıt edilmiştir.
Entarisi Ala Benziyor Şeftalisi Bala Benziyor (Sultan Reşat bal’a benziyor) Benim Yarim Bana Benziyor
Olamaz Ne Çare O Nişanlıdır Kaytan Bıyıklı Delikanlıdır Şekerli Misin Vay Vay Kaymaklı Mısın Vay Vay
Entarisi Biçim Biçim Ölüyorum Senin İçin Ağlatma Gel Başın İçin
Olamaz Ne Çare O Nişanlıdır Kaytan Bıyıklı Delikanlıdır Şekerli Misin Vay Vay Kaymaklı Mısın Vay Vay alıntı
Sultan Vahdettin Han İstanbul’dan ayrılamıyor!
12 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi İstanbul’da yeniden toplantıya çağırılmış, Mazhar Müfit Bey de Hakkâri milletvekili olarak Ankara’dan İstanbul’a gelmişti. Bir sürprizle karşılaştı: Sultan Vahdettin Han, kendisiyle görüşmek için saraya davet etmişti. Gitti ve görüştü; Anadolu'da millete önderlik etmeyi teklif etti… Aldığı yanıt...(?) Görüşmenin ayrıntılarını Mazhar Müfit Kansu’nun kendisinden dinleyelim:
“Bir sabah meclise geldiğim zaman Mabeyini Hümayundan serkarin Yaver Paşadan bir haber geldi. Padişah benimle görüşmek istiyormuş. Yarın saat on birde Mabeyine gelmemi rica ediyordu.
Ben derhal kanalımız vasıtasıyla bir şifre ile gidip gidilmemesini Paşa’dan sordum. Akşama doğru: “Gidiniz ve neticei mülakatı bildiriniz” cevabını aldım.
……………
Sultan Reşat zamanında herhangi bir vilayete tayin edilen valilerin arzı veda için Padişah’ın huzuruna kabulleri Babıâli’ce usul ittihaz edilmişti. Bitlis valisi tayin edildiğim zaman Sadrazam Talat Paşa, Mühürdar İsmail Hakkı Bey’e: “Mabeyne yazın, Mahzar Müfit Bey’i huzurı şahaneye ne günü kabul edecekler? Bitlis valisi oldu. Arzı teşekkür ve veda edecektir.” Emrini verdi.
Ben bu usulün hakkımda tatbik edilmemesini, o saraya ayak atmamak için vaktiyle ahdettiğimi ve mektepte başımıza gelen vak’ayı anlattım. Israr ve ricam üzerine huzurı şahaneye çıkmadan yakamı kurtarmıştım.
Fakat bu defa mesele değişmiş, Padişah’ın o zamanki nüfuz ve ceberrutu azalmış, yalnız şeytanet ve saman altından su yürütmek gibi hileler, fesatlar artmıştı.
Saray kapısına gelince, kim olduğumu sordular. Yanıma bir hademe katarak doğruca başyaver odasına geldik, orada biraz oturduk. Yaver Paşaya telefonla haber verdiler, yine önüme bir hademe düşerek Yaver Paşanın odasına çıktık.
……..
Seneler geçmiş olduğundan Yaver Paşa ile maziden bahsederek tanıştık. Nihayet bana şerbet ve kahve ikram edildi. Arz olundu, Yaver Paşa: “Buyurun efendimiz bekliyor” dedi. Acaba, sebebi davet ne olduğunu sordum. Yaver Paşa: “Bilmiyorum, Heyeti Temsiliye’densiniz diye görüşmek arzu buyurdular” cevabını verdi. Ve huzura kabulün ne suretle, ne merasim ile olacağını öğrenmek istedim. Etek öpmeyeceğimi söyledim, yerden birkaç temenna kâfi olduğunu söyledi.
Sarayın denize nazır, mükellef bir odasında Padişah pencere önünde ayakta duruyordu. Yaver Paşa önde içeri girdi: “Mazhar Müfit Bey kulunuz” dedi. Kendi kendilerine beni Padişah’ın kulu yapıyorlardı. Vahdettin pencere önünde, sağ tarafı denize doğru olarak bir küçük masanın kenarına oturdu ve bu masanın karşısında bir iskemleye oturmamı işaret etti.
İlk söze başlayarak müraice: “Heyeti Temsiliye benim tacı saltanatımın pırlantalarıdır. Allah sizden razı olsun, vatan ve milleti ve saltanatı ve hilafeti kurtardınız. Mustafa Kemal Paşa hazretleri inşallah afiyettedirler, İstanbul’u teşrif etmeyecekler mi? Kendisiyle mülakata hasretim” dedi.
Şaşırdım. Heyeti Temsiliye tacının pırlantası mı imiş? Paşa ile mülakata hasretmiş! Onun için mi hurucu alessultan, asi, baği diye idamımıza fetvalar çıkartmış ve Kuvayı Milliyenin imhası için elinden gelen bütün mel’aneti icra etmişti!
Şöyle böyle bir cevap ile mukabelede bulundum. Fakat bu derece mürai ve yalancı bir padişahın karşısında bulunmak doğrusu nefret ve istikrahımı bir kat daha arttırmıştı. Nihayet: Beyefendi, düşmandan memleketimizi kurtarmak için ne gibi çare düşünüyorsunuz?” dedi. O zaman Bursa henüz Yunanlılar tarafından işgal edilmemişti. Ben de: “Efendimiz Anadolu’ya ve hatta Bursa’ya kadar teşrifleriyle mesele hallolunur.” dedim. Buna cevaben: “Ne suretle?” dedi. “Çünkü halk padişahlarını başlarında görürse, bir kıyamı umumi olur ki, düşman buna mukavemet edemez.” dedim.
Fakat bu sözüm Vahidettin'in hiddetini mucip oldu, sert bir tavırla ayağa kalktı: "Beyefendi, ecdadı izamımın payitahtından bana firar mı teklif ediyorsunuz ?"demesi üzerine: "Hayır, milletin ve vatanın bu sıkışık ve zor zamanında ecdadı izamınız gibi milletin başına geçmenizi teklif ediyorum." dedim. Ben de bunu galiba biraz sert söylemiş olacağım ki Vahidettin cevap vermeyerek başını sağa doğru çevirdi ve denize bakmaya başladı, ben de kapı hizasında duran Yaver Paşaya baktım; bir işaretle mülakatın hitam bulduğunu, odadan çıkmak lazım geldiğini anlattı.
Bir temenna ederek kapı dışarı çıktım. Yaver Paşanın odasına geldik. Paşa: “Canım, böyle şeyler padişaha teklif olunur mu, hem de Rumeli ayanı gibi sert bir tavır olur mu?”dedi ise de, ben: “Sordu, fikrimi söyledim; hem bakalım gitmek istemiş olsa bile, Anadolu kabul edecek mi?”dedim.
Gitmek istedim, Yaver Paşa: “Dur bakalım kardeşim, arz edeyim” dedi. Gitti, on dakika kadar bekledim. Nihayet elinde küçük bir mahfaza ile geldi: “Efendimiz hediye buyurdular, Mustafa Kemal Paşa’ya selamı şahanelerinin iblağını ferman buyurdular.” dedi.
Kutuyu açtım; küçük bir taşlı yüzük, kıymetsiz bir şey. Her ne olursa olsun Yaver Paşa’ya: “Heyeti Temsiliye hediye kabul etmez; hem benden memnun kalmadı; hediye sevişen iki dost arasında olur. Kabulde mazurum.” Dedim. Yaver Paşa: “Pek acaip olur” diye almaklığımda ısrar etti. Ben hemen veda ederek ve kutuyu masa üzerinde bırakarak, geldiğim gibi saraydan aynı merasimle çıktım. Doğru Meclise geldim. Rauf Bey hasta yatıyordu. Meclise gelmemişti. Paşa’ya vakayı aynen yazdım ve mektubu Meclis postahanesine teslim ettim.”
(Mahzar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, TTK 1986, Cilt II. s. 537-540)
(*) Anadolu’daki ulusal direnişi engellemek için 12 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi İstanbul’da yeniden toplantıya çağırılmış, Mazhar Müfit Bey de Hakkâri milletvekili olarak Ankara’dan İstanbul’a gelmişti.