Yalan Rüzgârı Değil, İklim Yalanı

Bir zamanlar “iklim değişikliği yalandır” diyen birkaç kişi, köy kahvelerinde ya da kasaba meydanlarında konu açar, en fazla birkaç dogmatik akıllıyı ikna ederdi. O günlerde bilim insanlarının raporları, gazetelerin arka sayfalarında da olsa yer bulur, veri tartışılırdı. Bugün ise yalan; algoritmaların sırtında, yapay zekâ destekli küresel bir tura çıkmış durumda... Artık sorun köy kahvesindeki “Dünya zaten hep ısınıp soğur” diyen emeklilerin gündelik söyleşileriyle bitmiyor; sorun, dev şirketlerin, dijital platformların ve “bağımsız” maskesi takan sahte sözcülerin tüm gezegeni ateşe atmasıdır.

Dijitalde yayılan iklim inkârcılığı, bir fikir özgürlüğü değil; organize, kârlı ve planlı bir dezenformasyon operasyonudur. İngiliz haber sitesi Tortoise’un verileri bunu kanıtlıyor: X (eski Twitter) üzerinde iklim inkârı içerikleri %82, YouTube’da %43 artmış. Bu artışı sağlayanlar sıradan vatandaşlar değil. Bu yalanın sponsoru var:

  • Fosil yakıt lobileri

  • PR ajansları

  • Tıklama başına gelir elde eden “bağımsız yayıncılar”, “özgür gazeteciler”

  • Algoritmaları kurgulayan mühendisler

Gerçeği kimin savunduğunu anlamak için de basit bir ölçü var: Kim fosil lobisinden, reklamdan, sponsor markalardan nemalanıyorsa, onun “gerçeği” kuşkuludur. “Bilim kuşku götürür” diyenin kimden fonlandığına, hangi raporlara imza attığına bakmak yeter. Örneğin, 90’lardan bu yana Amerikan petrol devlerinin sızdırılan gizli belgeleri, kendi bilim ekiplerinin iklim krizini doğruladığını, ama halka inkâr stratejisi dayattığını ortaya koyuyor. Bunlar kurgu değil, doğrudan şirket içi belgeler...

Peki kimler gerçekten konuşuyor?

  • Birleşmiş Milletler İklim Paneli (IPCC): Dünyanın dört bir yanından binlerce bağımsız bilim insanının ortak raporları, herkesin erişimine açık.

  • NASA ve ulusal meteoroloji ajansları: Uydu verileri, sıcaklık ölçümleri, deniz seviyesi raporları; hepsi doğrudan gözleme dayanıyor, gizlisi saklısı yok.

  • Bağımsız iklim gazetecileri ve STK’lar: Greenpeace, WWF, 350.org gibi örgütler, şeffaf finansmanla gerçekleri duyuruyor.

  • Yerel topluluklar: Kuzey Kutbu’ndan Pasifik adalarına kadar, değişimi bizzat yaşayan halkların tanıklıkları, rapordan öte birer yaşam kanıtı.

Kimler yalan söylüyor?

  • Fosil şirketlerinin “şüpheci” danışmanları: Bilimsel veriyi çarpıtan, kamuoyunu kasten yanıltan endüstri figürleri.

  • PR ajanslarının “sahte uzman” panelleri: Sözde bilim insanları, perde arkasında şirket bağlantılı.

  • Komplo kanalları ve fenomenler: Reklam geliri uğruna iklim inkârı satan YouTube ve diğer sosyal medya yüzleri.

  • Bazı medya patronları: “Haber özgürlüğü” maskesiyle sponsor şirketlerin reklam bütçesine sıkı sıkıya bağlı yayıncılar.

Bu kirli oyunu gören bazı ülkeler, insanlara doğrudan veri sunmak için kamusal platformlar kuruyor. Japonya Çevre Bakanlığı bunun güncel bir örneğidir. Ama yetmez; çünkü kirli bilgi sel gibi akıyor, temiz bilgi ise damla damla... Bu yalan tufanında gerçeği koruyacak şey ne “Una” adında bir yapay zekâ robotu ne de tek başına bir uygulama… Gerçeği koruyacak tek şey, sorgulayan bir akıl ve kimin, kimin cebinden beslendiğini görebilen bir göz...

Bugün yine de “tarafsız kalalım, iki tarafı da dinleyelim” diyenler var ya... Orman yanarken biri hortumla su taşır, diğeri benzin bidonuyla gelirse, ikisini de eşit tartışmak ne akılla ne vicdanla bağdaşır. Bu durum; yalnızca saflık değil, düpedüz suça ortak olmaktır.

Bugün iklim yalanı bir fikir savaşı değil; düpedüz bir varoluş savaşıdır. Sorun karbon vergisi, güneş paneli değil; sorun, aklı ve vicdanı kirden arındırmak... Çünkü aklı ve vicdanı temiz olmayanın ne nehri temiz kalır, ne toprağı, ne ormanı…

Gerçek bedavadır; yalanın her zaman bir sponsoru, bir kasası, bir PR ajansı vardır. Kim kimin cebinden besleniyor, önce oraya bakmalı... Fosil lobilerinin sofralarından artan kırıntıları “özgür düşünce” diye yutturanlara, iklim şüpheciliğini “fikir özgürlüğü” diye pazarlayanlara aldanmamalı... Ve unutmamalı: Parayla beslenen yalana ortak olup da ne toprağı, ne suyu, ne havayı, ne de o toprağın bağrında yaşayan canları yok etmek; insana yakışmaz.

Gerçek insanlık, gerçeğin yanında durmayı bilmekle başlar. Çünkü yalan koca bir fabrikadır; reklam departmanı, tıklama muhasebesi, siyasi sponsorları vardır. Oysa gerçek yalnızca bir orman kokusudur, bir yağmur damlasıdır, buzdağının sessiz çığlığıdır. Onu korumak için de büyük güce değil, temiz bir akla ve vicdana gereksinim vardır.

Bugün bir çocuğun nefes hakkını, bir kuşun yuvasını, bir ağacın köklerini kurtarmak; “ben yalanlara kanmayacağım” demekle başlar. Orman yanarken benzin taşıyana “sen de haklısın” denmez. Çünkü doğa tarafsızlığı bağışlamaz; ya yaşatan taraftasındır ya da yok edenin... Gerçeği korumak bir lüks değil; var kalmanın, var olmanın, yaşamı sürdürebilmenin gereğidir.

Bu nedenle kime inanacağını bilmek için öyle karmaşık formüllere gerek yok. Kim gerçeği parayla boğuyor, kim gerçeği bedelsiz savunuyor; gözünle gör, aklınla tart. Ve unutma! Gerçek insanca sorumluluk; doğayı parayla kirletenlerden yana değil, yağmuru, toprağı ve canlıyı savunanlardan yana olmaktır.