ÜST-YAPI BELİRLENİMCİ KURAMLARIN METAFİZİK YAKLAŞIMLARI ÜZERİN 1. BÖLÜM 

SINIRLARI VE AÇMAZLARI İLE BİYOLOJİK BELİRLENİMCİLİK 

ARİF ANIL GÜLEÇ

Bilindiği üzere insan evriminin, insanın sosyal gelişimi üzerinde çok büyük etkisi vardır. Alet kullanımı ve bu aletin elle kavranması, insan öncesi dönem için büyük bir teknolojik ilerleme anlamına geliyordu. Alet kullanımı, insanı öncesi varlığı ağaçtan yere indirmiş, avcılık tekniklerini geliştirmiş, dahası toplu avlanan klanlar için “sosyal davranış” geliştirmelerine etkide bulunmuştur. Sosyal davranış lenguistik gelişimi beraberinde getirmiş,  en uç karmaşık problemleri çözme, kendi toplumsallığı içerisinde kültürünü geliştirme yeteneğini kazandırmıştır. Tarım aletlerinin keşfi ile İnsanlık başka bir gelişim uğrağında tekrar ileri doğru sıçramıştır. Yerleşik hayata geçen insan salt doğadan bağımsızlığını kazanmamakla kalmamış, bunu izleyen birçok gelişme ile sınıflı toplum ile bilim, düşünce, hukuk, din, gibi kurumları beraberinde geliştirmiştir. 

Bilindiği üzere bu değişimin motoru ekonomideki ve teknoloji deki gelişimlerdir. Bu ilerlemede kuşkusuz “biyolojik evrim” in büyük bir rolü tartışılamaz boyutlardadır. Öyle ki Nörobilimci Ramachandran’a  göre kültür ve ya kültürel gelişimi, insan genetiğini mutasyona uğratmıştır. Rahmachandıran’a göre tersi bir ilişki de söz konusudur; 1.500.000 yıl önce diğer memeli türlerinden evrimsel farklılaşma süreci; görsel işlevlerle ilgili oksidipal lobda, yüzler ve diğer nesneleri tanımak, duygularla bağdaştırmak ve bunları hâfızaya kaydetmekle ilgili aşamalarla başlamıştır. İnsanı diğer türlerden farklılaştıran evrimsel sürecin sonraki aşamalarında yaşanan diğer önemli değişiklik ise parietal lobların biri yüksek soyutlama, taklit, çıkarım ve yorumlama yetisiyle diğeri beyin, beden koordinasyonu ve yüksek el becerileriyle ilgili birbiriyle ilişkili iki ayrı işlem bölgesine bölünmesiyle olmuştur. Beyinde gerçekleşen bu yapısal değişiklikler ile önce ilkel sözlü diller gelişmiş, insan diğer memelilerden farklılaşmış v toplumsallığa doğru evrilmiştir.  

Ülkemizde de bazı bilimsel tezler  doğa-toplum ilişkisini tüm çıplaklığı ile irdeler ve çalışmasına konu olan “toplumsal hafıza” nın kökeni bu toplumsal biyolojinin gelişiminde yatmaktadır. Buraya kadar hiçbir sorun yok; Ancak son yarım-yüzyıldır gelişimin yasalarını biyolojik gelişime indirgeyen- özellikle genetik bilimde- biyolojinin tüm dallarına egemen olmuştur. Bunun ötesinde nedensellik zinciri bütünü oluşturan parçaların, bütünden önce var olduğuna dair bir yöntem gelişmiştir. Bunlara göre; yumurta daima tavuktan önce gelir. Biyolojik determenizm ile indirgemecilik ile öylesine bir bağ gelişmiştir ki buna göre; insan davranışlarının bireylerin sahip oldukları genler tarafından belirlenmektedir. Gen belirlenimci kuram, diğer etkenleri_ sosyal davranış, sınıfsal ilişkiler, cemaatler, toplumsal çıkarı grupları v.b_ yadsır ve böylelikle “insan doğası” “değiştirilemez sabit varlıklar” a indirgenir. (Alan Woods ve Ted Grant, 2011,  sf.363) Onlara göre toplumsal eşitsizlikler, kalıtsal birer olgudur ve değiştirilemezler. Üstüne üstelik toplumsal eşitsizliklere çare aramak “doğaya karşı çıkmak” anlamına gelmektedir. Bu düşünce Amerikan üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulan “Gen Bencildir” adlı kitabında Richard Dawkins tarafından dile getirilmiştir.(Alan Woods ve Ted Grant, sf.364). Burada İnsan Doğası salt bir biyolojik organizmaya indirgenmiş, dahası insan doğasınının tarih ile bağı koparılmıştır. En kaba haliyle ifade etmekte fayda var;  Richard Dawkinsin üzerinde yükseldiği miras; Victoryen dönem öncesi ve sonrası peydah olmuş ingiliz mekanizminin en estetik halidir. Dahası disiplinler ve olgular yalıtık olarak ele alınır ve şeyler “metafizikleştirilir”. Özellikle Biyolojik ögelerle, kültürel ögeler  arasında  sürekli bir ilişki olduğundan, bu iki şeyden herhangi birini yalıtık bir şekilde ele alarak evrim sürecini anlamak imkansızdır.(Alan Woods ve Ted Grant. Sf .364) 

Ünlü Genetikçi Thedore Dobhansky’e göre kuşaklar arasındaki genetik bilgi aktarımı, kültürel aktarıma göre daha daha aşamalı daha yavaş işleyen bir mekanizmaya tekabül eder ve değişen kültür, biyolojik soya bakmaksızın herkese iletilebilir. Bununla birlikte kültür, Toplumsal formlar arasında geçişkenlik özelliğine sahiptir. Bununla birlikte “Biyolojik indirgemeci” kuram çevre faktörünü olduğu gibi hiçleştirir. Örneğin; A kişisinin ciğerlerinin güçlülüğü, atalarından genetik kodlama yoluyla aktarılmış olsun. Ancak bunun yaşadığı toplumda, almış olduğu davranışsal tutum karşısnda bir önemi yoktur. A kişisi sigara içerse vücut bağışıklığı düşer, bronşları tıkanır. A kişisinin güçlü ciğerleri, endüstriyel faaliyetlerin etkisiyle yükselen karbon salınımının, kirlenmenin tehtidi altındadır vb. 

Genetik belirlenimci kuram “değişmez gen” ile “suç”, “cinayet” gibi kavramlarla özdeşlik kurar. Bilindiği üzere yaşadığımız çeyrek yüzyıl, neo-liberal paradigmanın zaferi ile sonuçlanmış bu karşın anlamlı bir şekilde suçun kapsamı çarpıcı bir biçimde genişletilmiş, hapishanelerdeki insan sayısı büyük oranda artmıştır. 

Baylor Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü şefi Stuart Yudofsky Scientific Amerikan’ın Mart 1995 sayısında; “ Beklediğimiz ilerlemelerle birlikte, şiddete biyolojik  olarak olarak  beyinsel eğilim gösteren birçok insanı teşhis edebilecek durumda olacağız.” (Alan Woods ve Ted Grant, Sf .373) Burada Genetik determinizim ekolonün, yeni bir toplumsal algı oluşturmaya dönük, “hafıza alanları” oluşturma girişimlerinin tipik bir örneğini görmekteyiz. Bu ekol, faşizmden kalma uygulamaları da devralarak, her türlü gerici unsurlar üretti ve üretmeye devam etmektedir. Bu uygulamaların içerisinde, delilerin, sakatların, alkoliklerin ve uyuşturucu bağımlılalarının, ve suçluların zorla kısırlaştırılması da mevcuttur. Bugün ABD’nin 22 eyaletinin kanun kitaplarında kısırlaştırma yasaları mevcuttur (Alan Woods ve Ted Grant, sf. 373) Bu yasaların bir kısmının uygulandığını ne yazık ki üzüntüyle belirtmem gerek. Bu Ekolün araştırma nesnelerinin sonuçlarından biri de birçok  şiddet suçlusunun fazladan Y kromozomuna sahip olduğu çıkarımıdır. Bununla birlikte “suç” ile “ırk” arasında bağ kuran düzmece araştırmalar kamu bilgisine sürekli olarak servis edilmektedir. ABD yükselen suçluların içinde çoğunluğunu “siyahi” yurttaşların oluşturması, yükselen ırkçı ideolojinin birer aygıtı olarak görev görmektedir. Örneklerler çoğaltılabilir. Buradaki durum Gramsci’yi andırır gibidir. Bilindiği üzere Marksist Kuram üst-yapı tartışmalarına ve incelemelerine ayrı bir önem vermektedir. Ancak Marx hukuku ve siyasi üst yapıdann söz etmekle birlikte “Bilimleri” hiçbir zaman, açık bir şekilde üst-yapıya dahil etmedi. Gramsci’ye göre bilim hiçbir tereddüde yer bırakmayacak biçimde bir üst yapıydı.(Gerard Bensussan ve Georges Labica, 2016, sf 1033). Günümüz “Determinist biyolojik” yaklaşımı göz önünde tutulduğunda Gramsci hiç te haksız gözükmemektedir. 

Bu haftaki yazım bu kadar. Önümüzdeki hafta bu yazımın devamının ikinci bölümü yayımlanacaktır. Yaşam belki bir üçüncüsünü belki de daha fazlasını dayatabilir. Kaynakçlarımı yazı dizimin bittiği, en son bölümde yayımlayacağım. Sağlıklı ve esen kalın.