Müslüman ülkelerde yaşanan sorunlar nedeniyle kendi ülkelerinde yer bulamayan, tutunamayan insanlar Batı ülkelerine iltica etmek için mücadele veriyorlar. Mülteciler, zorluklarla gidebildikleri bu ülkelerde ülkelerinden daha mutlu ve özgür bir yaşam umuyorlar. Onları çeken temel neden Batı’nın kültürü, dini, temiz, zengin ve bakımlı şehirleri değil.
Batı’yı Batı yapan laik hukuk rejimleri
Mültecilere, göç ettikleri ülkelerde aradıkları yaşamın, göç etmelerinin temel nedeninin bu ülkelerdeki “laik hukuki rejim ve laik yaşam tarzı” olduğunu söylerseniz, önce ani şekilde duraksarlar sonra; “evet, haklısınız, bizi çeken laik yaşam” derler. İronik bir durum olarak; Müslüman ülkelerin liderlerinin tümü büyük bir kibirle Batı’yı küçümserler, Batı bizi kıskanıyor türünden söylemler geliştirirler. Zengin ve bakımlı şehirler müslüman ülkelerde de vardır, ancak göçün yönü maalesef oralara değildir. Laiklik işte böyle bir çekici güzelliğin sebebi, ama varlığı ve önemi zor farkedillebilen bir kavram.
Din, bireylerin zihninde seçkin bir yerde dururken dini yönetimler eliyle kamuyu düzenler hale getirilmesi farklı bir algı ortamı doğurmaktadır. Dinin masumiyeti, dini yönetimlerdeki insanların etik ve ahlaki anlayışlarının yetersizliğine bağlı olarak kirletilmektedir. Dini yönetimler en büyük zararı yine dine vermektedirler. Mülteci durumuna düşürülen milyonlarca müslümanın bu durumunun nedeni; dini, güç elde etmek için araç olarak kullanan totaliter yönetimlerdir. Bunun sonucunda meydana gelen mezhep çatışmaları, iç huzursuzluklar, müslüman ülkeler arasındaki savaşlar milyonlarca müslümanın hayatına mal olmuştur, milyonlarcası da artık mülteci konumundadır. Önceki Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ, 2014 yılında üzücü bir gerçeği dile getirmiştir: "Günde ortalama bin Müslüman katlediliyor. Bunların yüzde 90'ı Müslüman bir kardeşi tarafından katlediliyor." İstikrarsız hale gelen bu ülkelerde halk yoksul, yöneticiler ise çok zengindir. Liderler ise ülkelerindeki tüm huzursuzluğu Batı’ya yükleyerek sorumluluk almazlar, bu şekilde kitleleri de konsolide ederler.
Modern yaşamı sadece laik rejimler yaşanılır yapar
Modern yaşam dini rituellerle düzenlenemeyen özelliklere sahiptir. Bu karmaşık yaşamdaki sorunlara dini kurallar değil laik hukuk sistemleri benimsenebilir çözümler üretebilmektedir. Laik özgürlük anlayışı ile insani çözümler üreten hukuk sistemlerini dizayn eden ve bundan taviz vermeyen Batı ülkeleri o yüzden çekim merkezi olmaktadır. Laik ülkelerde devletin dini adalettir. Devlet, inanma özgürlüğünün adil koruyucusudur. Bu durum sayesinde laik devlette insanlar inançlarının gereğini özgürce yerine getirebilmektedir. Dinin, seçkin ve güçlü bireylerin egemen olması için araç olarak kullanılması yerine, bireylerin zihnindeki saygın yerinde yaşatılması sağlanır ve dejenere olması engellenir. Laik bir devlette herhangi bir din öne çıkarılmadığı için tüm dinlerin özgür alan bulması mümkün olmaktadır.
Bizim Anayasamıza göre: “Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve ibadetlerini açıklamaya zorlanamaz, dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz”. Bu düzenleme çok açıklıkla kişinin inancında özgürlüğünü garanti altına almaktadır. Ancak ülkemizde kendine laik adlandırması yapan bazı kamu görevlilerinin kişinin inanç özgürlüğü kapsamına giren türbanla ilgili geçmişteki yorum ve davranışları (Jakoben Laiklik) hatalı olmuş laiklik karşıtlarının elini güçlendirmiştir. Aynı şekilde kişinin dini ritüellere uymasına göre değerlendirilmesi, kategorize edilmesi de büyük bir hatadır. İnanç özgürlüğü için esas olan, kamusal alana herhangi bir dinin, mezhebin, cemaatin, tarikatın yada inanca dayalı ekolün emirlerinin egemen kılınmamasıdır.
Kurumlar, sonra toplumsal yaşam tarzı, en son bireyin inancı
Ülkemizin son yirmi yılını içeren dönemde hilafet tartışmaları, cemaatlerin kurumlarda görünürlüğü, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması, kadın hakları tartışmaları, Atatürk’e dolaylı olarak yapıldığı hissettirilen saldırılar, Kuran’ı Kerim’le seçim konuşmaları, camide propaganda, kızlı erkekli kalıyorlar tartışması, LGBTİ+’ların sapık ilan edilmeleri, sanatçı Sezen AKSU’ya şarkı sözleri nedeniyle camiden mesaj verme, nas’a göre ekonomik kararlar alma... gibi bir çok konuda dinle lgili hususlar referans alınarak söylemler oluşturulmuştur. Kurumları takiben bu sefer sosyal yaşamda ve bireylerin inancında dindar tarz hedeflenmektedir. Dini bir ritüeli yapıp yapmamak, dini bir kavrama uymak ya da uymamak kişinin kendinin bir seçeneği olduğu halde bunu yapmamak küçümseme veya kınanma nedeni olabilmektedir.
İnsanların yaşam ve inançlarının dini referanslara göre değerlendirilmesi yanlışı belirginleşmiştir. Bu konuda daha ileri gidilerek birkaç gün önce dini kutsiyeti olmayan ve namazdan sonra toplanması gerektiği halde toplanmayan seccade kutsalmış gibi algı oluşturularak bir sosyal medya linci gerçekleştirildi. Dini bir kutsal olmayan seccadeye bilmeden basan CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Kemal KILIÇDAROĞLU dini referanslarla lince tabi tutuldu. Bu şekilde sayın KILIÇDAROĞLU’nun dini objelere göre konumu, durumu, mezhebi yani “inanç özeli” görünür kılınmaya çalışıldı, haksız yere kınandı. Yapılanlar, çirkin ve etik dışı bir davranış olarak tarihimize geçti. Laik bir rejimde bunlar yaşanmamalıydı.
Gidişat hangi yöne?
Türk toplumunda zamanla her şeyin dini kavram ve ritüellerle değerlendirileceği bir topluma evrilme gerçekleşir mi? Sanmıyorum. Laikliğin ülkemizdeki yukarıda bahsettiğimiz uygulama biçiminin laik anlayışla bağdaşmadığını, insan özgürlüğünü kısıtladığı için karşıtı görüşlerin güçlenmesini sağladığını gördük ve yaşadık.
Ülkemizde son yirmi yıldır kenara atılmaya çalışılan laik ilkelere karşı söylem ve davranışlara sadece küçük bir kitle itibar etmiştir. Türk toplumu, her şeye karşın merkez-sağ geleneğe dahil olanlar da dahil teokratik bir toplumsal sistemden yana taraf olmamıştır. Daha liberal bir perspektiften dinsel örgütlenme ve ibadet özgürlüğünü savunmuşlardır.
Atatürk’ün büyük bir öngörü ile getirdiği Laiklik ilkesi bir nefes borusu gibi ülkemizi yaşanır kılmaktadır.