Somut dendiği zaman, duyu organlarımızla algıladığımız şeylerden söz etmiş oluyoruz. Görme, dokunma ve hissetme somut olguların sınırları içindedir. Büyük, küçük, soğuk, sıcak, tatlı, acı vb. Maddelerin hal ve biçimleri söz konusudur. Soyutta ise, aklın belirleyiciliği öne geçer. Kavramlar bu kapsamda yer alır. Beş duyu ile algılayamadığımız şeyler soyuttur. Varlıklarından kuşku duymadığımız şeyler var; özgürlük, sevgi, nefret, merhamet, hüzün gibi kavramlar.
Soyut, somut olguların üstünde yer alan düşünceler içerir. Şeyler arasındaki ilişkileri öngörerek; nelerin nasıl olabileceğini yakın bir biçimde veya yaklaşık olarak görebilmektir. Bu noktada şu tanımı yapabiliriz; soyut düşünce öngörebilmektir. Bu öngörülere istem ve beklentilerde eklenince, bir üretiden çok, yaratıdan söz edebiliriz. İşte bu nedenle; değişimin dönüşümün ve istenir geleceğin yolu, soyut düşünceden geçer. Yaşam bilgisi somut olgulardan hareket eder; somut olgulara düşünme yetisi eklenince soyutun alanına girilir. Sonuçlar somutun alanında, nedenlerle şeyler arasındaki ilişkiler, soyut düşünme kapsamındadır.
Somuttan soyuta erişim kesinlikle bir birikim gerektirir. Bu gerek duyulan birikime yetkinlik diyebiliriz. Yetkinlik veya olgunluk, sıradanlığı aşan bir haldir. Genellikle sanat eserleri, somuttan soyuta geçişi işaret eder. Burada, somut verilerden yola çıkarak soyut çıkarsamada bulunmak söz konusudur. Somut, alışılmış olan ve düşünmeye fazla gerek duyurmayan ve ağırlıklı olarak tekrarlardan oluşan bir yaşam çizgisi izler. Yaygın bir söylemimiz şöyle der; “Usta yapmadan gören, sıradan yapıldıktan sonra görebilendir.” Ustalık becerisine akıl ve yeteneğin yanı sıra, sevgi ile yüreğini ekleyen kişi, sanat eseri yaratır. Bu olgu, var olanlarla olmayanı üretme edimidir. Aynı zamanda soyut olarak öngörebilmeyi, üretiyle taçlandırmaktır.
Çocuklar için soyut olguları kavramak zordur. Aynı zorluk, bilinç düzeyi düşük olanlar içinde geçerlidir. Burada vurgulanması gereken bir nokta var; somut olay ve olguları içselleştiremeyenler, neden ve sonuç ilişkilerini kuramaz. Temel gıda maddelerinin fiyatları artınca; bakkala veya fırıncıya kızan kişiler soyut düşünme yetisinden yoksundur. Bu yoksunluk nedeniyle kişi, dostunu ve düşmanını ayırt edemez. Bu gibi kişiler en çok, en az bildiklerine inanırlar. Bu yetersizlik, egemenlerin ve çıkarcı aracıların elini güçlendirir. Oysa bireyler, neden sonuç ilişkilerini göremeyince, söz haklarıyla birlikte başka haklarını da kaybederler. Söz hakkını kaybedenler, kendilerine söylenenleri yapmak zorunda kalırlar ki; bu yapılanların çoğunluğu onu yapanların aleyhine olan şeyler olabilir!
Soyut algı yetisi gelişmeyen bireyler, gerçeklikten kopar. Yaşamdan kopuk algılar, öncelikle üretkenliği boğar. Üretkenliği köreltilen yığınlar haklarına gerektiği gibi sahip çıkamaz. Kendileri için bir şeyler yapmaya çalışanları anlayamadıkları gibi, düşman belleyebilirler. Bakarkör yapılan yığınlar tutucu, bağnaz ve hatta yobaz olabilirler(!) Yığınların bu konumundan çıkar sağlayanlar, öncelikle eğitimi çarpıtarak istem ve beklentilerini gerçekleştirmiş olurlar(!) Tutucu ve yobazların aydınlara düşmanlığı buradan kaynaklanır. Görmesinler, duymasınlar, sormasınlar ve bilmesinler!
Basit bir örnekle yazımızı noktalayalım. Bir ekmek büfesi önünde uzayan kuyruğa bakan kişi, yaşama somut sınırları içinde yaklaşıyor ise; ekmek almak için sırasını bekleyen insanları görür. Aynı kuyruğa soyut penceresinden bakan kişi; yoklukları, yoksunlukları ve yığınların içinde bulunduğu yaşam koşullarının olumsuzluğunu ve iş başında yetersiz bir yönetimin olduğunu görür. Hele de bu ülke bir zamanlar(daha olumsuz koşullarda) kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biri ise…