Geçtiğimiz hafta bir siyasi parti il başkanının parti genel merkezi tarafından görevden alınması sonrasında normal şartlarda partinin kendi iç işleyişini ilgilendirmesi gerekirken bir anda tüm Türkiye’nin konuştuğu bir olay haline gelince herkes “Siyasette üslup nasıl olmalı.?” sorusuna bir kez daha cevap aramaya başladı.
Bilindiği gibi siyasi partiler Ankara’da kuruluyor etki alanlarına ve vatandaştan gördüğü talep doğrultusuna bazen kısa bir zaman dilimi içerisinde bazen de zamana yayarak il-ilçe-belde teşkilatlarını oluşturmaya çalışıyorlar.
Atama yolu ile yada yapılan kongreler sonucunda il-ilçe-belde başkanı seçilenlerin bir hafta sonra on gün sonra genel merkezler tarafından görevden alınması siyaset ile uğraşanların artık kanıksadığı bir hadise.
Böylesi görevden alınmalarda durumu hazmeden bir kesim “ Genel merkezim haklı bir sebebe dayanarak beni görevden almıştır, bu tamamen genel merkezimizin kendi tasarrufudur bize de düşen bu karara saygı duymaktır” derken b ir kesimde “senmisin beni görevden alan” diyerek var olan köprülerin tamamını bir anda yıkmakta hiçbir beis görmüyor.
Bizim MHP’den kopmamız 2012 yılında yapılan büyük kurultay dönemine denk gelir, O günlerde genel başkan adayı olan Koray Aydın ile yol yürüme kararı aldık, Büyük kurultay delegesi olarak Koray Aydın ile birlikte 30 civarında il ve yüzlerce ilçeyi dolaşarak kongre kazanmak adına çalışma yaptık.
Kongreyi kaybettiğimiz akşam daha salondan çıkmadan bizimle birlikte yol yürüyen arkadaşlarımıza “büyük Kurultayda taraf olduk ve kaybettik, bu kaybın bir siyasi bedeli olmalı bulunduğumuz görevlerden istifa etmemiz gerekir” diyerek arkadaşlarımız ile birlikte istifaları ilgili il başkanlığına ulaştırdık.
Aradan aşağı yukarı 10 yıl geçti MHP’de görev yapan arkadaşlarımızın da kabul edecekleri gibi o gün bu gündür MHP’yi ve orada siyaset yapan arkadaşlarımızı kıracak-incitecek-üzecek en ufak bir kelamımız yada yazımız olmadı, elimizden geldiği kadar tüm arkadaşlarımız ile “Ülkücülük hukuku” çerçevesinde görüşüyor konuşuyoruz.
Bizim sadece MHP’de değil başta AK parti olmak üzere sağdan sola kadar var olan tüm siyasi oluşumlarda dostlarımız, arkadaşlarımız var, siyasi partilerimiz, dünya görüşlerimiz ayrı olsa da bu dostlarımızın tamamı ile düğünlerde, cenazelerde ve cemiyetlerde bir araya geliyor, onların dertleri ile dertleniyor, sevinçleri ile keyifleniyoruz.
Aslında bize çok uzun gelen hayatın düşündüğümüzden daha kısa olduğunu belli bir yaşa geldiğimizde anlamış oluyoruz, böylesi bir noktada yapmamız gerekenin de karşımızdakinin hakkını hukukunu en az kendi hakkımız hukukumuz kadar korumak olmalıdır.
Siyasi partiler bizim tapulu mülkümüz yada kendi iş yerimiz değil, Genel merkezde 2 yılda 3 yılda bir oluşturulan yönetim kurulu üyelerinin geliştirdikleri politikalar üzerinden siyaset yapılıyor, böyle bir noktada son derece üst performans gösteren teşkilat başkanları görevden alınıyor, yerlerine yeni atamalar yapılıyor.
Bu durumu yani görev verilmeyi de görevden alınmayı da daha işin başında kabul ettiğimizde orta yerde bir sorun kalmayacağını ve kendimizle ilgili alınan her kararı da saygı ile karşılamamız gerektiğini bileceğiz.
Diğer türlü “Ben bir siyasi partiye teşkilat başkanı oldum canım ne zaman isterse o zaman bırakırım” şeklinde bir vehime kapıldığımız an yolun sonuna gelmişiz demektir.
Görevden alındıktan sonra “Genel merkezimizin tasarrufudur” diye kararı saygı ile karşılayan yüzlerce-binlerce siyasetçinin bir yada birkaç dönem sonra çok daha üst görevlere getirildiği gerçeği güneş gibi ortada iken “benden sonra tufan” anlayışı muhatabını hem siyasetin dışına iter hem de daha sonraki karar alıcıların kendisi ile ilgili “aman bizden uzak olsun” eleştirisine uğrar.
İyi insan olmak gibi bir mecburiyetimizin olduğu bu dünyada siyasette de göstereceğimiz nezaket bundan sonraki hayatımızın akışını da olumlu yönde belirleyecektir.