İnanç bir ihtiyaçtır ve en çok inanan, noksanı çok olandır. Bu saptama tartışılır. Benim parmak basmak istediğim nokta; inanç bir noksan tamamlayıcıdır. Bireylerin ve toplumların maddi yanları ile manevi yanlarının toplamı bire eşittir. Bu bileşik kaplarda bir yan yükselince öteki yan çöker. Yoksul ve yoksun bırakılanlar, en çok inanma ihtiyacı duyanlardır. Yoksunluk ve yoksulluk yokluktan değil de adil olmayan paylaşımlardan kaynaklanıyor ise, ortada bir kasıt ve hatta bir ihanet var denebilir! Yoksul manevi değerlere inanır, varsıl ise; somut değerlere sahip olmayı yeğler. Manevi değerler, örtük olarak maddi değerleri savunmayı temel alırken yoksulluğun sürdürülmesini ve aynı kesişimde varsıllığın sürdürülmesini güvenceye almış olur(!)
İnançlara karşı olmak mümkün değil fakat insanların yararına olmayan tutucu ve bağnaz inançlara karşı olmamak insanlığa ihanettir.
Siyasal İslam ile, mütedeyyin inananların ortak yanları ve ayrıştıkları yerler nelerdir?
Bu sorunun kalbinde, inancın bireysel boyutuyla onun siyasal bir ideolojiye dönüşmesi arasındaki gerilim yatıyor. Hem Siyasal İslam hem de mütedeyyin (dindar) bireyler İslam’ı referans alır; ancak bu referansın nasıl yaşandığı ve topluma nasıl yansıtıldığı noktasında ciddi farklar doğar. Ortak Yönler: İslam’a bağlılık: Her iki kesim de İslam’ı temel bir değer sistemi olarak benimser. İnanmak yaşam için olmazsa olmazlardan biridir. İnsanların büyük çoğunluğu inançları ile yaşama tutunur. İbadet pratiği: Namaz, oruç, zekât gibi temel ibadetler genellikle ortak yaşanır. Ahlaki hassasiyet: Helal-haram duyarlılığı, aile yapısına verilen önem gibi konularda benzer tutumlar görülür. Ayrıştıkları Noktalar:
Mütedeyyin İnananlar, İslam’ı bireysel ve toplumsal ahlak rehberi olarak görür. Devlet anlayışı, laik sistem içinde inancını yaşamak ister. İnanç pratiğinde süreklilik ve içtenlik ön plandadır. Toplumsal yaklaşımı çoğulculuğa ve farklı inançlara açıktır. Siyasetle ilgilenebilir ama inancını siyasetle özdeşleştirmez.
Siyasal İslamcılar, inancını sistemin temeli olarak konumlandırır. Temel olarak İslam’a dayalı bir devlet kurmayı amaçlar. Çoğu zaman inancını araç olarak kullanır. Tekçi ve normatif bir İslam anlayışı benimseyebilir. Siyasi mücadeleyi bir dini görev olarak görebilir(!)Bütün bunların yanı sıra, öteki insanlarında kendisi gibi inanmasını ister ve bu doğrultuda yaşama biçimine müdahale eder!
Felsefi Derinlik
Siyasal İslam, İslam’ı sadece bireysel bir inanç değil, aynı zamanda bir toplumsal dönüşüm aracı olarak görür. Mütedeyyin birey ise inancını daha çok kişisel bir yolculuk olarak yaşar. Bu fark, İslam’ın “yukarıdan aşağıya” mı yoksa “aşağıdan yukarıya” mı yayılması gerektiği tartışmasında da kendini gösterir. Yukarıdan aşağı yönelimler buyruklardan oluşurken; aşağıdan yukarıya yönelen eğilimler yaşam gereği talep temelli istemler olabilir. Ancak burada da bazı sakıncalar olabilir ki, bu olabilirlikleri toplumun rotası belirler. Toplum ileriye yönelince talep ve istemler öne geçer. Toplum geriye doğru giderken; yozluk ve yobazlık belirleyici olur. Yerel bir söylem şu saptamayı yapıyor; “Sürü ileriye doğru giderken geri çevrildiğinde sakatlar ve hastalar öne geçer!” Toplumdaki beklenmedik kırılmaları işaret eder. Toplumlarda kırılmalara neden olan beklenmedik felaketler ve tasarlanarak uygulanan paylaşım temelli darbelerdir.
Bir Yorum
Siyasal İslam, iktidar hedefiyle hareket ederken, mütedeyyin bireyler genellikle tevazu ve içsel dönüşüm odaklıdır. Bu ayrım, İslam’ın özüne dair farklı yorumların ve tarihsel deneyimlerin bir yansımasıdır.
Darulharp; İslam’ın siyasal bir proje olarak mı yoksa evrensel bir yaşam biçimi olarak mı yorumlandığına dair kadim bir tartışmayı içeriyor. Siyasal İslam ve darulharp anlayışı, her ne kadar İslam’ı referans alsa da bu referansın amaç, yöntem ve dünya tasavvuru açısından farklılaştığı noktalar oldukça belirgindir.
Varlıklara yönelik kötülük nereden ve nasıl gelirse gelsin, her zaman karşısında; düşünen, gören, anlayan, bilen ve güzel yürekli canlıları bulacaktır! Neden söz ediyorum? Darul-harp denen saçmalıktan...İnanca karşı olanlara karşıymış gibi bir kılıf giydiriliyor. Aslında bilinmesi gereken şu; ne kadar insan var ise, o kadar da inanç vardır. Kendi inancından olmayan yönetimi yadsımak; hırsızlığı, yolsuzluğu, adaletsizliği, haksızlığı ve hukuksuzluğu meşru kılmaz! Korunmak istenen halk kimden korunuyor? Böyle bir yapıda istenmeyen yöneticiler bir biçimde saf dışı bırakıldığında, farklı biçimde inanan yöneten gerekçesi ortadan kalkmasına karşın darul-harp adına yapılan kötülükler sürdürülüyor(!)...İşin başında bir yanlış ön kabulden hareket edilince, doğruya ulaşmak mümkün olmuyor. Aslında olması gereken, inançların, insanların hizmetinde olmasıdır. Fiili olarak tanık olduğumuz ise; inananların, inanç otoritelerinin hizmetinde olması halleridir(!) Burada vurgulanmak istenen şey, samimi inanç sahipleri değildir, o insanlarında akıntılara kapılarak sürüklenmeleridir. İnanç temel kaynağından öğrenilmediğinde ve ana dilde olmadığı zaman, çıkarcı aracıların türemesi kaçınılmazdır!