Arif Anıl Güleç
Birgün Pazar ekinde Güçlü Ateşoğlu hocamızın iki hafta üst üste yazısı çıktı; “İlhan Berk ve Logos’un poetikası” ve bu hafta yayımlamış olduğu “İlhan Berk ve Logos’un Poetikası İkinci fasıl. Etkilenmemek mümkün değil. Ancak zor bir yazı olacak benim için. Çünkü Güçlü Hoca, İlhan Berk ile Alman Felsefesi arasındaki güçlü bağlara ve ona itirazlarına dikkat çekiyor. Bilindiği üzere Alman felsefesi ise demirden bir leblebi çiğnemek gibi birşey. İlhan Berk’e ait olan belki de dünyanın en kısa şiiri “logos” un altını doldurmak istercesine. Belki de İlhan Berk bizim tarafımızdan bu şiirin altını doldurulmasını istemiştir. Bunu da bilemiyorum.
“Şiir bir bakıma ağacı yapraklarından görmeye çalışmaktır. her şey o arada saklıdır.”
“Logos” şiiri tam olarak bu…
Alman Klasik Filozofları ve romantikler de şiir “Kendisiyle özdeşlik” olarak karşımıza çıkıyor. Güçlü Hoca’nın deyimiyle Dünyayı kavramamız olmazsa olmaz bir şekilde tözsellik olarak ben.
İlhan Berk işte kendisiyle birlik olmuş şiire karşı çıkar. Sözcüklerin ham hallerinin içine yerleşir. Sözcüklerin hamlığı, zedelenmemiş hali ise mümkün müdür, mümkün değil midir? Tartışılır. Ancak Tıpkı Hegel’de “mutlak fikir” de olduğu gibi, ilhan Berk’te de dil bilinmezliğe doğru ilerler.
, HEGEL ENGELS, FEUERBACH ÜZERİNE
Hegel’de “Mutlak İde” henüz oluş halindedir. Gelecekte bir kesitte bu oluş tamamlanacaktır. Hegel’deki diyalektik felsefe karşısında, hiçbir şey sonal, mutlak, kutsal değildir; Bu Felsefe her şeyin geçici karakterini ve her şeydeki geçici karakteri ortaya çıkarır. Engels, tarihin de, insanlığın ülküsel olarak eksiksiz bir durumu içerisinde tamamlanışına inanmaz. “Mutlak İde” ancak Muhayilede olabilir. Engels bu inanmama durumunun, rahatsızlığını duyar gibidir. “…mutlak Fikir(idea)-zaten bu da, Hegel’in, onun hakkında bize söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı için mutlaktır- “yabancılaşır”, yani [Mutlak idea] doğaya dönüşür ve daha sonra tinde(espit), yani düşüncede ve tarihte kendine geri döner. Ama, bütün felsefenin sonunda böyle başlangıç noktasına geri gelişin ancak tek yolu vardır; o da tarihin ereğinin, insanlığın kesinlikle bu mutlak fikrin bilgisine varmasında yattığını varsaymak ve bu mutlak fikir bilgisine Hegel’in, felsefesinde ulaşılmış olduğunu açıklamaktır. Ama bununla Hegel’in sisteminin, bütün dogmatik içeriği mutlak gerçek olarak ilan edilmiş olur, bu dogmatik içerik 2 Hegel’in dogmatik olan ne varsa hepsini geçersizleştiren diyalektik yöntemi ile çelişki halindedir. Bu yüzden Hegel’in öğretisinin devrimci yanı, onun tutucu yanının ağırlığı altında ezilir.”[Ludwıg FEUERBACH ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s15.] Tarihsel erek yaşamla ilişki içerisinde devşirilebilecek bir şeydir. Bunun dışında bilmediğimiz herhangi bir şey üzerinden Tarihinin ereğinin de ne olduğunu belirlemek mümkün görünmüyor. Burada bir sıkıntı yok gibi. Ancak “Mutlak idea” nın “Mutlak iktidara” dönüşmesinin müsebbibi kesinlikle Hegel değildir.
“ Hukuk felsefesinin sonunda şunu buluyoruz: mutlak Fikrin, Friedrich-Wilhelm III’ün başarıya ulaşmaksızın, uyruklarına inatla vaadettiği(Anayasa vaadi, hiçbir zaman yerine getirmeyecektir) şu temsili monarşide, yani o zamanki Almanya’nın küçük-burjuva koşullarına uyarlanmış mülksahibi sınıfların dolaylı, sınırlı ve ılımlı bir egemenliğinde gerçekleşmelidir; bu da, ayrıca, soyluluğun zorunluluğunu bize kurgusal olarak tanıtlamak için elverişli bir durumdur.”[Ludwig FEUERBACH ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu s.16]
Hegel öğretide birçok boşluk bırakmıştır. Hristiyan Dini’nin Avrupa’yı özgür kıldığından, Çin, Hindistan gibi uygarlıkların, uygarlık olarak görülemeyeceğinden v.b. Ancak onun mutlak ide’den kastettiği sürekli ilerleyen bir oluş sürecidir; “… onun devrimci niteliği ise mutlaktır- zaten izin verdiği tek mutlak olan da budur.” .[Ludwig FEUERBACH ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu s.14]
Engels Bunun yanında Goethe ve Hegel’i “dar kafalılık” ile suçlar. Engels’in yaratmış olduğu haklı ve karmaşık durumdan çıkmanın tek bir yolu vardır. O da somut başvuru. Tarihten ve filozoflardan biliyoruz ki felsefi düşünce siyasi alana indirgendiğinde hep çarpıtılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Jean-Jacques Rouseau ‘nun “Halk İradesi”, “Milli İrade” olarak değişmiştir. Keza Nietzsche’nin “üstün insan” modeli, Hitler tarafından “Üstün Irk” olarak ele alınmıştır. Bunların hiçbiri saydığımız bu filozofların değerini azaltmaz. Keza Mussolini “Sosyalizm” den dönüp, Faşizmin kurucusu oldu diye ne Marx ne de Engels dar kafalılıkla suçlanamaz. Çok derin bir analiz yaptığımı iddia etmiyorum. Hele Alman Klasik Felsefesi’nin büyüklüğü düşünüldüğünde… Hiçbir Özne, kamusal alanda “histerik bir hata korkusu” ile hareket etmez. Özellikle siyaset kuramı düşünüldüğünde devreye girer. Tunç Yasalarıdır. Tarihle sınanmıştır. Onun arkasında büyük toplumsal çalkantılar, yok oluşlar, kitlesel kalkışmalar yatar. 3 Edebiyat Kuramı ise görece daha özgür bir ortam sağlar.
EDEBİYAT’IN KAPSAMI:
Feuerbach, nesnelerin gerçekliğin ve duyumsanabilir dünyanın, insan etkinliği değil, pratik etkinlik olarak değil öznel olarak değil yalnızca gözlem nesneleri biçiminde kavranılmasıdır. Nesnelerin dünyasında öznelere yer yoktur. Halbuki Edebiyatı üretenler ve okuyanlar tüm unsurlarıyla edilgen bir varlık olmaktan çıkar. İster imgelemci, ister sürrealist olsun nesnenin içerinden çıkan özne tekrar nesnel gerçekliğe dönüşür. Ancak gerçekliği üreten olarak dönüşür ve en sonunda dönüştürür. Dil, bilinmeze tutunarak yürür, yaslanarak yürür dediğimizde, onun tarihsel bir varlık olarak çıktığını ele almak gerekir. Bilinmez olan gelecektir, geçmiş değil. Geçmiş bilinemez olsaydı ve ya bilinmemiş olsaydı şiir yazılamazdı, roman diye bir şey olmazdı. Birikmiş ve mirasını güçlendiren bir geçmiş… Dil ve onun gelişimi bu geçmişten azade olamaz. Marx; Alman ideolojisi, dilin fiziksel temeline değinirken, bu konuyu genişleterek açar;
“Başından itibaren “tin”, kendini burada altüst olan hava katmanları, sesler, kısacası dil biçiminde gösteren maddeyle “yüklü” olmanın lanetine uğramıştır. Dil, bilinç kadar eskidirdil, öteki insanlar için var olduğu gibi benim için de var olan pratik bilinçtir; dil, tıpkı bilinç gibi yalnızca başka insanlarla temas kurma ihtiyacından ve zorunluluğundan doğar.”[ Siegbert Solomon PRAWER, s.107] İdeolojiler hakikati çarptıklarında bile işlev görürler: “değerleri örgütleme”, kanaati belli bir grubun ya da sınıfın işleyişi için temel önem arz eden değerler üzerinde tahkim etme.[Prawer, s107] Biraz vulgarize etmiş(kabalaştırmış) olabilirim. Böylesine zorlu bir konuyu ilk defa böyle bir yöntemle ele alıyorum. Bu yazıların amacı kültürel mirasımızı geleceğe taşımaktır. Kültürel mirası geleceğe ancak sorgulayabilen-septik olmamak kaydıyla_ kuşaklarla mümkündür. Sabrınız için teşekkür ediyor ve sizleri yine İlhan Berk’in şiiri ile uğurluyorum;
Akşama Doğru
Ey güzel harf güzel kağıt güzel kalem.
Sana nehirlerden rüzgarlardan söz ediyorum
Benim için nehirleri eğit, su yolları aç.
Ben ki daha ağzı lekeli bir çocukken
Yürürken gördüm bir gün nehirleri
Nehirlerin rüzgarların sözü yaşar
Ben ağzının yaprağıyım, bir yere yaz bunu.
Ey güzel el yazısı güzel mürekkep güzel uç.
Beni küçük su birikintileri büyüttü.
Beni anlamak için su birikintilerine sor
Su unutmaz: daireler çizerek dikkatle çalışır.
Benim için yapraklar topla, yatağını lekele.
Ben bu akşam doğruyum, karıştır saçlarımı.