ÖNDERLİK

Aynı yönde giden fakat, farklı istem ve tercihleri olan yığınların ortak talepleri doğrultusunda güç birliği yapmalarını sağlama iş ve eylemi bir önderliği gerekli kılar. Daha iyi bir yaşam için benzer şeyler isteyenlerin kendiliğinden bir araya gelmesi pek olası gözükmemektedir. Önderlik, farklılıkları asgariye indirerek, ortak amaç çevresinde toparlanmayı gerektirir. Beslenme, barınma ve korunma bu gerekliliklerin temelinde yer alan değişmezlerdir. Ortak talepleri net ve açık olarak en iyi şekilde dillendirerek ortak bir mücadele cephesi örmek önderliğin temel görevidir. Olması gerektiği için belirlenen hedefe yığınları yönlendirmek, tutarlı bir önderlikle olasıdır.

Yaşam için çözüm temelli birliktelikler her koşulda örgütlülüğü gerektirir. Örgütlülük güç birliğini toparlayıp onun sevk ve idaresini güvenilir yapılanmalar aracılığıyla ortak tavır almayı gerektirir. Önderlik, yığınların yaşama ilişkin sorunlarını çözmekle yükümlü kılınır. Tüm bu süreçlerde bireylerin temel hakları her koşulda dikkate alınır. Barınma, beslenme ve korunma sorunlarını çözerken öncelikle sınıf temelli sendikal örgütlenme yaşama geçirilmelidir. En az bunun kadar önemli olan öteki konu, tüketimin güvenli yapılar eliyle gerçekleştirilmesini sağlamaktır. Son süreçlerde, tekelci sermayenin egemenliği karşısında yerel yönetimlerin tüketimde aracılık yapma görevi kaçınılmaz hale gelmiştir. Özellikle fiyat artışları konusunda keyfiliklere dur demek ve tüketicileri korumak, örgütlü yapılarla yerel yönetimlerin birlikte hareket etmelerini gerektirir.

Gelişimini tamamlayamayan toplumlarda genellikle toplumsal odaklarda eksen kayması olabilir. Bu kayma toplumsal merkezlerin değişmesine neden olabilir. Kurum ve kuruluşlar yerini daha ilkel çözümlere yönelen kesimlere bırakmak zorunda kalabilir. Sosyal hukuk devleti, yerini bağış adı altında objektif olmayan kişi odaklı yardımlara bırakabilir. Bu gibi yönelimlerin faturasının ne kadar ağır olduğu görülmüş olmalıdır. Bu olumsuz süreçte birtakım önderliklerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Özellikle “ruhban” oluşumuna bakmakta yarar var.

Mevcut koşullarda kendi başına sınıf olmayan ve varlığı öteki sınıflarla vücut bulan ruhbanlar, sermayenin yedek gücü olarak üretimden pay alan bir yapılanmadır. Süreç içinde kendilerine sağlanan ayrıcalıklarla, üretim araçları sahipliğine doğru ilerlemektedirler. Her şey aynı kalmak koşuluyla kendileri bir evrimleşme geçirerek sermaye saflarına katılabilirler. Bu süreçte egemen sermayeyi etkileyerek, kendileri için bazı dönüşümlerin oluşumunu sağlayabilirler. Sermaye ile ilişkilenme biçimleri onları sermayenin yanına taşır. Onlar süreç içinde sermayeye katıldıklarında, onların da ruhban yardımcılara gereksinimleri olacaktır(!) Sonraki paslaşmalar, dar alanda gerçekleşebilir.

Ruhbanlar kendileri için sınıf olma yolunda değil, bir sınıfa katılma konusunda yol almaktadırlar. Tarikatların yolu devletin içinden geçer. Tarikat ve cemaat yapılanmaları holdingleşince, katıldığı sınıftan daha katı kurallarla ve inançlı bir disiplinle amaçlarına ulaşmayı hedeflerler(!) Eğitimde, sağlıkta ve güvenlik alanındaki bozulmalar bu kesimlerin ekmeğine yağ sürmektedir. Yapılar bozulunca, başıbozukların yapıya egemen olması kaçınılmaz olur. Bir yerel söylemimiz şöyle der: “Sürü geriye çevrildiğinde hastalar ve aksaklar başa geçer!” Devlet olanaklarını kullanarak semiren kesimler aynı zamanda korunup kollandıkları için, daha buyurganla şırlar. Bu olgu toplumda önderliğin istenmeyen ve beklenmeyen ellere geçtiği kuşkusunu doğurur(!)

Önderlikte somut ve soyut ilişkisi göz ardı edilmemesi gereken önemli konulardan biridir.  Bazan soyut olgular öne geçebilir ki, bu tek başına yeterli olamaz.1970 ile 1980 yılları arasında soyut oluşumların öne geçtiğine tanık olduk. Aynı süreçte somut koşullar olgunlaşmadığı için, kitle bağları oluşamadı ve 12 Eylül faşist darbesi her şeyi paramparça etti. Aşkın soyut ile aksak somut uyumlu bir birliktelik gösteremedi. Şeyh Bedrettin Destanında saptandığı gibi; “Mademki, yenildik bu kerre…” Ne var ki, taktik kayıplar hiçbir zaman olayın bittiğini göstermez. Yaşam için mücadele edenler düşer ve düştüğü yerden kalkarak yoluna devam eder.

Şimdi olan şu, yetmişlerdeki aşkın soyut önderlik söndüğü için ardılları, devrimci mücadeleyi günümüze taşımakta zorlandılar. Bugün toplumun büyük bir kesimi ayakta. İşçiler, çiftçiler, memurlar, emekliler, işsizler ve esnaf…

Farklı strateji ve taktikleri olan sol yurtsever gruplar, öncelikli bir temel sorun çevresinde çözüm temelinde güç birliği yapmak zorundadır. Bu acil süreçte farklılıklar sadece bir ayrıntıdır. Ayrıntılara ilişkin savları sürdürebilmek için, özgürce tartışılabilecek bir demokratik ortama gerek var. Önce tartışılabilir ortamı yaratalım, sonra yaşam yararına gerek duyulan tartışmaları yapabiliriz. Çözüme giden yolda ayrıntılar bir zenginliktir.

Normal koşullarda ve hukukun üstünlüğünün kabul edildiği demokratik yapılarda önderlik, toplumsal güç odakları yöresinde yığışır.  Toplumsal kurumlar ve kuruluşlar önemli ve gerekli yapılanmalardır. Yasal dayanağı ve toplumsal gerekliliği olan kurumların demokratik yapılar olduğunu varsayıyoruz. Herhangi bir otoriteden emir ve direktif almayan yapılanmaların sivil yapılar olduğunu unutmamalıyız.