Çevremizde bulunan kalabalık bir taraftan yaşadığı hayatın muhasebesini yaparken bir taraftan da bundan sonrası için artık moda ifade olan "kariyer planlaması" yapıyor.
Geçmiş günlerin artık bir hayal olduğu şu günlerde insanımız artık ne kadar ömrü kaldığını bilmeden yıllar yılı kaybettiği yada kaybettiğini sandığı ne varsa tek tek sıralayıp uygulamaya koymak adına elindeki tüm imkanları sarf etmekten asla geri durmuyor.
Bu toplumun ortalamasını yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak içerisinde bulunduğumuz günlerde bir taraftan hayatın bize kazandırdıklarına seviniyor kaybettirdiklerine üzülüyoruz,
Bir taraftan her yeni güne umutla uyanırken diğer taraftan akşamın verdiği hüzünle ömrümüzün boşa geçen kısmının muhasebesini yapıyoruz.
Böylesi zamanlarda yani hal muhasebesi yaptığımız dönemlerde insan daha bir duygusal oluyor,
Geçip giden günlerin sonrasında durumumuz nasıl olursa olsun dünyanın bakıp geçilen bir pencere olduğu gerçeğinin de farkına varıyoruz.
İşte böylesi anlarda Yağmur Atsız’ın “Günlerimiz” isimli şiiri bize her zamankinden daha anlamlı geliyor,
Belki her geçen gün biraz daha yaşlandığımızdan,
belki yılların verdiği yorgunluğa dayalı duygusallıktan olsa gerek “Koşarken yavaşlar gibi/Akıp giden günlerimiz” mısralarını da bünyesine başlayan şiir bizi olağanüstü bir hüzün dalgası ile sarıp sarmalıyor.
Yağmur Atsız’ın
“Çözülen bir yün yumağı
Akıp giden günlerimiz
Mezar taşlarından suskun
Telaşsız, sessiz, sitemsiz
Savrulan yapraklar gibi
Akıp giden günlerimiz
Cenaze törenlerinde
Telaşsız, sessiz, sitemsiz.
Bir suçluyu aklar gibi
Akıp giden günlerimiz
Sanki bir sır saklar gibi
Telaşsız, sessiz, sitemsiz.
Doğmayan şafaklar gibi
Akıp giden günlerimiz
Haksız ittifaklar gibi
Akıp giden günlerimiz.
Bir kitaba başlar gibi
Koşarken yavaşlar gibi
Düşen arkadaşlar gibi
Akıp giden günlerimiz”
şeklindeki “Günlerimiz” isimli şiiri bünyesinde barındırdığı milyonlarca anlam ile herkesin hayatına girip doğumundan ölümüne kadar anlam katıyor.
İnsan gençlik yıllarında toz duman bir hayat yaşıyor,
O günlerde dünyaya yeniden bir şekil vermek ülküsü bir tarafa kendisini “taşı sıksa suyunu çıkartacak” bir noktada gördüğünden olsa gerek yorgunluk, halsizlik, bıkkınlık gibi olgulara asla kulak asmıyor.
Kendi önüne koyduğu hedefleri birbiri ardına aşıp sel gibi çağlayarak koşan insan bir noktadan sonra Cahit Sıtkı’nın “Otuzbeş yaş Şiirine” denk geldiğinde günlerinin ne kadar hızlı geçtiğinin bu yüzden de ara sıra mola verip dinlenmesi gerektiğinin farkına varıyor.
Bundan çok uzun yıllar önce bir dostumuz “Yüksel Ercan yaşadığımız günler su gibi geçiyor hatta ömür dediğin sudan daha çabuk ilerliyor” dediğinde o zaman bu ifadeye pek bir anlam verememiştik,
Ancak ne zamanki kapımız altmışlı yaşlara doğru açıldı o zaman günlerin su gibi hatta sudan bile hızlı geçtiğini yavaş yavaş anlamaya başladık.
Daha iyi bir hayat yaşama, daha iyi günlere karşı olan özlem ister istemez insanın kendisini daha fazla yormasına dolayısı ile biraz daha fazla yıpranmasına vesile oluyor, yılların su gibi geçip gittiğini gördüğümüz halde bu gidişe nasıl dur denileceği ile ilgili insanlık tarihi henüz bir çözüm bulamadığından sonunda herkes kendi kaderine razı oluyor.
Hayat acımasız,
İster zengin olun ister çok fakir, dünyanın en büyük en kudretli yöneticisi de olsanız, sabahtan akşama kadar bir dilim ekmek peşinde koşmak zorunda kalan yoksul bir insan da olsanız hayatın o acımasız saati herkes için aynı şekilde işliyor, kişi yada kurum fark etmiyor.
Günün koşuşturmacası içerisinde camilerden yükselen sala sesleri ile etrafımızdaki bir insanın daha bu hayata veda ettiğini anlıyor, üzülüyoruz,
ancak dün başka bir yakımızın kapısını çalan ölümden bir kurtuluş olmadığını ve değişmez gerçek olan ölümün bir gün bizimde kapımızın çalacağı gerçeğini de asla unutmuyoruz.
Günler geçiyor,
Kum saati büyük bir hızla akmaya devam ediyor,
bize emanet edilen bu hayatı elden geldiğince olumlu kullanmak, çevremize faydalı olmak, insanlığı rahatlatacak teknolojik buluşları hayata geçirmek gibi görevlerden en azından bir tanesini bile yerine getirmek bu hayatın boş geçmediği ile ilgili en büyük cevap olacaktır.
Ömrünü insanlık adına faydalı hizmetler yaparak, insanlığın daha iyi bir hayat sürmesi adına gece gündüz demeden yıllarını heba eden kişi yada kişilere bütün insanlığın borcu olduğunu düşünüyoruz.
Yunus Emre artık günlerinin sonuna erdiğini anladığı zamanlarda
“Bu dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun”
diyor, buradan da anlaşılacağı gibi hayırlı iş yapan, insanlara faydalı olanlar için arkasından edilecek bir hayır dua hayatında boşa geçmediğinin en büyük ispatıdır.
Hayat dediğimizde de galiba yaşadığımız zaman zarfında topluma faydalı işler yapmaktan başkada hiçbir şey olmasa gerek.
“Bir kitaba başlar gibi
Koşarken yavaşlar gibi
Düşen arkadaşlar gibi
Akıp giden günlerimiz"