Öz yaşamına olumlu ve gerekli katkıları sunmayan kişiler muhafazakardır. Bunun farkında olup olmamaları sonucu değiştirmez. Normal bireylerin yaşamlarının büyük bölümü, alışılmış tekrarlardan oluşur. Bu nedenle ortalama yığışımında yer alan bireyler, tekrarlı yaşama uyumları nedeniyle muhafazakardır. Ancak yaşamı ve öz yaşamını sorgulayan kişiler muhafazakarlık alanının dışında konumlanır. Bu nedenle pozitif ayrıksılar, değişim ve dönüşümlere öncülük eder. Azınlıkta kalan bu kişiler genellikle toplumdan dışlanır. Bu dışlanan önderler öncelikle geleceğin, şimdilerin ve insanlığın kaybıdır. Toplumlarda dâhilerin oranı genellikle %2 veya %3 dolayındadır. Hukukun üstünlüğünü ve demokratik hakları güvenceye alan devletler kendi %3’lerinden yararlanırken, demokratik olmayan ülkeler bu potansiyellerini yok ederken, ülkelerinin geleceğini de yok ederler. Ancak gelişmemiş ülkelerin yani laikliğin benimsenmediği ülkelerin dâhilerinin bir kısmı gelişmiş ülkelere gidebilir.
Tutuculuğun yok ediciliği ve muhafazakarlığın yıkıcılığı varlıkların ve yaşamın yararına değildir! Burada yazının giriş cümlesini tekrar etmek gerek. Öz yaşamına olumlu ve gerekli katkıları sunmayan kişiler muhafazakardır. Bunun farkında olup olmamaları sonucu değiştirmez.
Yaşantıların sürdürülmesinde olmazsa olmaz olan alışkanlıklar ayıklanarak güncellenmez ise; normal bir birey gerici, tutucu ve ilerici formlar toplamından oluşur. Farklı bireylerde bu niteliklerden biri belirleyici olabilir. Tutuculukla gericilik farklı değil, iç içe geçmiş olan bileşenlerdir. Yaşamın itici ve dönüştürücü gücü çelişkilerde yoğunlaşır. Olay ve olgulara bilimsel olarak bakanlar, kendi iç yaşamlarında olduğu gibi, toplumsal yaşamda da bilimsel bakışı temel alır. Tutuculuğa ve gericiliğe karşı oluşları da bu temelden kaynaklanır. Bu karşılık aslında sistemin ve yönetimin politik tavırlarına karşı çıkıştır! Gelişimlerini engelledikleri insanları, kendi çıkarları için kullanmalarına karşı çıkmaktır.
Toplumları değiştiren düşüncelerin sahibi olan bireyler, kendi iç değişimlerini başarmış olan bireylerdir. Her koşulda ilericiler, toplumsal değişimlere ivme kazandırır! Gericileri ve tutucuları bu gibi önderlere saldırtılmaları boşuna değildir!
GERİCİLİK: Alışılmış yaşamlar, değişimleri dikkate almadığı an tutuculuk ortaya çıkar. Alışmışlıklarından kopmayı göze alamayanlar, tutucu olmaktan kurtulamaz. Aslında tutuculuk, değişimlere ayak uyduramama halidir. Bu nedenle tutuculuk, bilimden ve bilinçten uzak olma halidir. Bu gibi kişiler, toplumsal akarlarla hareket etseler bile, akarın arkasında kalmaktan kurtulamaz.
Tutuculuk, değişimlerde uyumsuzluk hali iken; aksak olarak olsa bile yoluna devam eder ve yönü sonuçta ileriye dönüktür. Gericinin yönü geleceğe dönük olmayıp, şimdilerde olmasına karşın geçmişe bakar. Hiçbir koşulda tamamen geçmişe dönmekten söz edilemez ancak, şimdilerde geçmişin benzerliklerini tekrarlamak olabilir. Değişmezlik aynı kalmak değil, bozunumlara uğramak ve çürümektir. Bu olguyu belirleyen ise; değişimin değişmezliği kuralıdır. Her şeye karşın, toplumun egemenleri, kendilerinin hizmetinde olan bu araçları gerek duyduklarında kullanırlar. Onların bu konuda bilgi ve deneyimlerinin olduğu unutulmamalıdır.
"Yobaz" terimi, genellikle aşırı tutucu, dar görüşlü ve hoşgörüsüz kişileri tanımlamak için kullanılır. Kendi inanç ve değerlerini mutlak doğru olarak kabul eder ve farklı görüşlere karşı tahammülsüz olabilirler. Yobazlık, sadece dini konularda değil, siyasi, sosyal ve kültürel konularda da görülebilir.” ( Y/Z’nin saptaması bu.) Öz olarak görülen o ki, yaşamın her alanında yobazlık olgusu ile karşılaşılabilir. Benim özetim ise, şöyle; düşünmeyen, dinlemeyen ve anlamayan kişi yobazdır(!) Bu kadar mı? Hayır, bu kadar değil; kendi çıkarı olduğu zaman duymayan, görmeyen ve inatla direnendir yobaz. İşin ilginç yanı, yobazların bilmeden karşı çıktıkları, bilerek karşı çıktıklarının kat kat fazladır. Ve büyük olasılıkla direndiği şeylerin büyük bölümü, kendi yararına olabilecek şeylerdir ki, o karşı çıkışıyla kendi zararına olanı yeğler…Ancak yobazlar direnirken, mutlaka birtakım çıkarcıların haksız ve hukuksuz çıkarlarını güvenceye alırlar. Lafın özü şu, dımdızlak bir yobaz olmaz, mutlaka dayandığı bir güç vardır. Sırtlarını sıvazlayanlar var oldukça onlar var olmaya devam edeceklerdir; yobazlarda kendi bindikleri dalları kesmeye devam edeceklerdir!
MUHAFAZAKÂR EGEMENLİĞİ…
Erk kullanımının en önemli yanı, paylaşımın belirlenmesidir. Geçmişteki yapılarda bu güç egemenlerin elinde veya kontrolünde olurdu (o dönemlerde de sıradanlar paylaşımda söz sahibi değildi). Şimdi ise, yandaşlardan oluşan yeni egemenler bu olanaklardan sınırsız biçimde yararlanmaktadır. Bu süreçteki yıkıcılıkları doğanın tahribi ve kaynak kullanımı ile ilgilidir (özgür bireylerin yaşamlarına müdahaleler de aynı süreçle kesişmektedir). İstanbul’un Kuzey ormanları yok edilince hava alanı ile ya da oto yollarla aynı varlıkları geri getirmenin olanağı yoktur. Artvin konumu gereği yer üstü varlıkları ve kaynakları, yer altındaki madenlerden daha kıymetli ve gereklidir. ( Kaz Dağları için de aynı şeyleri söyleyebiliriz.) Çünkü işgalci mantığıyla yapılan maden işletmeciliği doğanın yağmalanmasıyla sonuçlanmaktadır. Maden vurgunundan sonra geride bıraktıkları mekanlarda ot bitmemektedir. Yani, sonuçta tüm varlıklarla ilgili yaşamı yok etmektedirler. Muhafazakarlığın yıkıcılığı bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Değişimlere karşı olan muhafazakârlar bilinçsiz olan cahil emekçilerdir. Eskiden eğitim cehaletten kurtarmak için uygulanırdı, şimdi ise cahil yetiştirmek için etkin bir ideolojik araç olarak kullanılmaktadır(!) Yoksul emekçilerin muhafazakarlığı hem yoksulluğun sürdürülmesinin hem de varsılların varlıklarını sürdürmelerinin güvencesidir.
NEO MUHAFAZAKÂRLAR.
Muhafazakârlık, kendisine ait olanı koruma temelli bir yaklaşım biçimidir. Koruma önceliği maddi değerlere tanınır. Maddi değerlerin dağılımı dengesiz olduğu için, bu değerlere sahip olanlar her koşulda (oldukça azınlıkta kaldıkları için) manevi değerlerin koruyucu katkısına gerek duyarlar. Konumunu kavrayamayan yoksullar, varsılların güvencesidir. Varsıllar maddi değerlere sahip olurken, yoksullar manevi değerlerin gönüllü askerleri olurlar.
Her kapitalist kazanmaya, yakın çevrelerini istismar ederek başlar. İnandıklarını söyleyenlerin ilk aldattıkları da onların en yakınında olanlardır. Bu nedenle saf ve temiz insanları aldatanlar, onların en çok inandıkları kişilerdir. Muhafazakârlar inanç giysili kapitalistlerdir!
Kolayca inananlar, düşünme yoksunu veya kolay yoldan kazanma çabası içinde olanlardır. Şeyhini uçuranların beklentisi, onun sırtından zahmetsizce öteki dünyasını güvenceye alma istem ve çabasıdır.
Soyguncuların kazançlarının temelinde umut pazarlamalarına inanlar var. Oysa avcıların oltasında umut, yem olarak kullanılır. Zaten, “Bedava peynir kapanda olur!”
Para ile inanç karşılaştığında, inanç esnemeğe başlar. Bu esneme inanma biçimlerinde bazı değişimleri zorunlu hale getirir. Bunları yaşama biçimlerindeki değişimlerden izlemek mümkün. Serdar Akinan bu olguyu şu somut örnekle vurguluyor: “O haram paraları ne karılarıyla ne imam nikahlı eşleriyle ne de her ikisini de aldatmaya başladıkları sekreterleriyle yemeye doymuyorlar.
Adını açıklayamayacağım, vicdanının sesini daha fazla bastıramayan çok eski bir dost, birkaç ay önce bakın bana nasıl dert yanıyordu:
“İhaleler sadece yakınlarına veriliyor. Milyonlarca dolarlık ihaleler gizli konsorsiyumlarda belediyenin üst yönetimleri alıyor... Son bir iki yıldır gözleri dönmüş vaziyette... Hayatlarında görmedikleri bu zenginliğin sarhoşluğu içinde nefislerine yenildi hepsi... Sevgililere evler, cipler alınıyor...” (Serdar Akinan.Akşam-25/02/2008)
Serdar’ın alıntısı başkaca bir yoruma yer bırakmıyor. Sonuçta tüm bu olumsuz gelişmelerden hepimiz payımıza düşenler oranında etkileniyoruz. Bu çağdışı etkilenmelere bilinçli ve örgütlü bir tepki vermemiz gerek. Bilinç her koşulda çaba ister, örgütlülük ise; çabanın yanı sıra özveri de ister!
Bütün sorun, inancın siyasallaştırılması ile başlıyor. Bireysel olması gereken inançlar toplumsallaştırıldığında ideoloji olmaktan kurtulamıyor. İdeoloji kalkanına kavuşan inanç anında dokunulmazlık kazanıyor. En haklı eleştiriler bile suçlanma gerekçesi yapılabiliyor. Birçok aydın ve bilim insanı, suskunlukla kendi kabuğuna çekiliyor (!) Diretenler ise, bir biçimde yok ediliyor. Turan Dursun, Bahriye Üçok, Gonca Kuriş. Bunlara onlarca isim eklemek mümkün. Yaşar Nuri Öztürk, Aziz Nesin yobazların hedefinde olanlardandı ama ecelleriyle ölerek kurtuldular(!)