MİLLİYETÇİLİK ve YURTSEVERLİK.

Toplumların ve bireylerin kimlik arayışında sıkça karşılaşılan iki kavram olan milliyetçilik ve yurtseverlik, çoğu zaman birbirine karıştırılsa da özünde farklı düzlemlerde varlık gösterir. Bu makalede, milliyetçiliğin bir söylem olarak başlangıç noktası olduğu; yurtseverliğin ise daha gelişkin, yaşamsal bir duruşu temsil ettiği savunulmaktadır. Kavramların bireysel ve toplumsal gelişim sürecindeki yerleri incelenerek, bu evrimin insan ve varlık sevgisine uzanan potansiyel yönü tartışılacaktır. Milliyetçilik, aidiyet temelli bir yaklaşımdır. Böyle bir ön kabulün üretkenliği ve yaratıcılığı yoktur. Olan tek şey, uyum temelli bir sığınma güvencesidir. Yurtseverlikte söz konusu olan öznedir. Bağımsız, özgür, üretken, farkındalıklı yaratıcılığa sahip olma hali söz konusudur.
Milliyetçilik, bireyin ve toplumun kendini tanımlama sürecinde ilk ve ilkel bir basamak olarak ortaya çıkar. Bu aşama, bireyin “ben” merkezli bir yaklaşımla öz yaşamına yön vermesiyle başlar. Milliyetçilik, bu bağlamda bir söylem düzeyinde kalır; yani düşünsel ve duygusal bir aidiyet ifadesidir. Ancak bu gelişim doğal seyrinde ilerleyebilirse, birey ve toplum daha kapsayıcı bir kimlik olan yurtseverliğe doğru evrilir. Normal koşullarda kendisini geçemeyen gelişemez.
Yurtseverlik, milliyetçiliğin ötesine geçerek bir yaşama biçimine dönüşür. Bu dönüşüm, bireyin “ben” merkezli yaklaşımdan “biz” merkezli bir anlayışa geçmesiyle mümkün olur.
Aile, çevre ve yerel topluluklar bu geçişte önemli rol oynar. Yerellikten ülkeye, ülkeden evrenselliğe uzanan bu gelişim çizgisi, bireyin soyut değerlere ulaşmasını sağlar. Yurtseverlik, bu bağlamda somuttan soyuta sıçrayan bir bilinç düzeyini temsil eder. Toplumsal sorunlar genellikle paylaşımdan kaynaklanır. Ben diyen bir kişi adil paylaşım yapmaz, yapamaz(!) Biz diyenler adil paylaşımların gerçekleştiricileridir. Bu aynı zamanda farkındalık, ön görebilirlik, duygudaşlık ve olası olay ve gelişmelere olumlu yönde katkı yapmak potansiyeline sahip olmaktır. Kendi çıkarlarını genel yarar yaklaşımında konumlandıranlar, uzlaşmacı bir yaklaşımla yığınları birleştir. Güven ve güvence toplumsallığın temelini oluşturur. Bu temel üzerinden millet olgusuna erişilir.
Doğal gelişim sürecinde takılı kalan bireyler ve toplumlar, dar ve kısır bir geçmişi tekrar etmeye başlar. Bu tıkanma, milliyetçiliğin tutuculuk ve faşizm gibi ideolojik platformlara dönüşmesine zemin hazırlar. Siyasi, sosyal ve ekonomik baskılar bu süreci hızlandırabilir.
Demokratik yöneticiler bu tıkanmayı aşmak için çaba harcarken; öz çıkarını gözeten işbirlikçiler, yığınların bu barajları aşmaması için direnç gösterir. Bu durum, bireysel çıkar ile toplumsal yarar arasında süregelen bir çatışmayı doğurur. Genel, yaygın eşit, demokratik ve laik eğitim bu nedenle bir olmazsa olmazdır!
Gelişimin nihai hedefi, bireyin yalnızca kendi ulusunu değil, tüm insanlığı ve hatta tüm varlıkları kapsayan bir sevgi düzeyine ulaşmasıdır. Milliyetçilikten yurtseverliğe, oradan insan sevgisine ve nihayetinde varlık sevgisine uzanan bu yolculuk, bireyin bilinç düzeyinin sürekli olarak ileriye doğru hareketlenmesini gerektirir. Bu hareketlilik, gelişimin en temel göstergesidir.
Milliyetçilik, bireyin kimlik arayışında doğal bir başlangıç noktasıdır; ancak bu noktada kalmak, gelişimin önünü tıkar. Yurtseverlik ise bu gelişimin daha olgun bir evresidir ve bireyin evrensel değerlere ulaşmasını sağlar. Toplumların sağlıklı gelişimi için bireylerin bu evrimi tamamlaması hem bireysel hem de toplumsal barışın anahtarıdır.