KUL HAKKI YEMEK

Kul hakkı, normal vatandaşların varoluşlarıyla varlık kazanan temel hakları kastediliyor. Bu anlatımda ayrıksı duran bir söylem var. Kul ile özgür birey bağdaşmıyor. Kul hakkı söylemindeki vurguya katılmıyorum. Kul sözcüğü, haklarının bilincinde olmayan bir kitleyi kastediyor. Kul kendisine efendisi tarafından verilenlerle yetinmek zorunda olandır. Verilmesi gerekirken verilmeyenler için tepkisiz olup, talepte bulunmayanlardan söz edilmektedir. Egemenlerin istemlerini, kendi iradesinin üstünde gören ve itaat eden kişilere kul denir(!) Genel kitleye bakıldığında, kulluğu kabul edenlerin var olduğu görülürken; aynı yapı içinde vatandaşlık bilincine sahip olan özgür bireylerin olduğu da görülür. Bir tarikatın mensubu olmak, iradesini bir kenara bırakarak; otorite olarak benimsediklerinin hizmetinde olmaktır. Özgür birey, hakkını ve hukukunu bilendir. Dahası bu bireyler toplumun motor gücü ve taşıyıcılarıdır. Güzel şeyler, onları görebilenler içindir.
Şimdi insanlara verilmesi gerekenler verilmediği gibi, birtakım hakları haksız ve hukuksuz olarak ellerinden alınıyor. Zafer Aydın’ın makalesi (BİRGÜN PAZAR,07/05/2023) bu konuyu şöyle özetliyor:
“Bugünler geçip gittiğinde mevcut iktidarın en çok çaldıkları konuşulacak. Gençlerin geleceğini, yoksulun sofrasındaki ekmeği, çocukların beslenme çantalarındaki nevaleyi, devletin hazinesinden parayı, ekmek parası için mesaiye gidip, evine tabutla dönen emekçinin hayatını çaldılar. Yetmedi, buna itiraz edenlerin de özgürlüğünü.”
Özgür birey olmak sivil olmaktır. Kul diye tanımlanan insanlar sivil olamaz. Sivil bireyi şöyle tanımlayabiliriz: Bir sorun çevresinde, çözüm temelinde bir araya gelen ve herhangi bir otoriteden emir ve direktif almayan, iradi katılımcı özgür bireylerden oluşan topluluk sivil oluşumdur. Sivil oluşum, iktidara rağmen oluşturulan bir yapılanmadır. Bu yapılanma içinde yer alan ve yaşamlarına sahip çıkan özgür bireyler kul olamaz! Vecdi Sayar; “Sanata özgürlük kurumlarına özerklik” başlıklı makalesinde konuya şöyle değiniyor:
 “Değiştiririz sistemi; yeni kurallar, kurumlar getiririz’ diyebilirsiniz. Ama yapının yukardan aşağıya talimatla değişmesi, kulları ‘birey’ yapmaya yetmez. Demokratik bir cumhuriyeti hedefliyorsak, yurttaşlık bilincine ve ahlakına sahip bireylere ihtiyacımız var. Bir ülkenin kalkınması, o toplumu oluşturan bireylerde demokrasi bilincinin yerleşmesi ile sağlanabilir. Bu da toplumun kültürel gelişmesinin yaratacağı zihinsel değişime bağlıdır. Ve ancak özgür bir sanat ortamı ve özgün sanat yapıtlarının katkısı ile hayata geçirebiliriz bu zihinsel değişimi. Kısacası, uygar insanın niteliklerine sahip bireylerle değişir düzen. Yeniden inşa sürecine giren bir toplumsal yapıda insanlarımıza bir zamanlar sahip oldukları hasletlerin, değerlerin hatırlatılması, yeni kuşaklara bu değerlerin benimsetilmesi gerekiyor.”
Tekrar başa dönersek; kul hakkı yerine, insan hakkı söylemi tercih edilebilir. Daha kapsayıcı olması açısından, varlıkların hakları şeklinde dillendirilebilir. Hak, var olmaktan kaynaklanan bir şeydir. Çevremizdeki var olanlara baktığımızda; insanlar, hayvanlar, bitkiler ve doğayı (taş, toprak, hava, su) görürüz. Bunlar varlık zincirinin olmazsa olmazlarıdır. Bu halkalardan biri yok edildiğinde veya gerektiği gibi korunup kollanmadığında, yaşamın bütünü (var oluş) zora sokulmuş olur. Kar hırsı ile doğaya saldıranlar, sonuçları itibarıyla yaşamın bütünlüğüne zarar vermiş olurlar. Bu noktada kazançları kayıplarla karşılaştırmak gerekir. Yaşamın kaybı her koşulda kişisel kazançlardan daha önemlidir. Fidan dikmek, ağaç kesme suçunu ortadan kaldırmaz!
Durum böyle olunca, kul hakkı söylemi gerçeklikle örtüşmüyor. Onun yerine “haklar” çoğulunu kullanıp; hak sahiplerinin tümünü kapsama almak gerekir. İdari bir karar, kul kılıklı insanların haklarını gasp etmekle kalmaz, özgür bireylerin haklarını da zedeler! Hak öznesi söylemi, varlıklar temelinde yapılandırılmalı. Önemli olan, varlıkların var olma ve varlığını sürdürme hakkıdır. Bu haklar, koşulların elverdiği ölçüde gözetilmelidir. Çünkü “hak” varoluşla kazanılmış olandır. Varlığa bağlı olan hakların verilmesi değil, gözetilmesi; yasalar ve kurumlar aracılığıyla güvenceye alınması gerekir.