İYİYE GİDERKEN…

İyi, art niyetler dışında ve her koşulda kabul edilir olandır. Alışılmış yaşamın iyileri genellikle irdelenmeden kabul edilen ve sürdürülen şeylerdir. İyileri sadece kabul etmek gereklidir ama yetmez. İnsanlar yaşadıkları sürece iyilerini daha iyilere taşımak durumundadırlar. Halk söylemi ile, boynuz kulağı geçmeli. Kulağı geçen boynuz kendisini görünür kılar. Verili her durum, doğru, güzel ve iyiler tarafından aşılması gereken hedeflerdir. İnsanların farklılıkları bu ayrıcalıklarından beslenir.
İçinde bulunduğumuz koşulları irdelersek konumumuzu belirlemiş oluruz. Eğer bir olumsuzluk veya aksama var ise, mutlaka akılcı önlemler almalıyız. İyiye, doğruya ve güzelliklere gitmediğimizi ne kadar çabuk anlarsak; toplum olarak olası zarardan daha az zararla kurtulmuş olacağız! Her türlü teröre karşı çıkmak insanların temel görevlerindendir. Ama bu karşı çıkış, sürekli olarak barış talebini de dillendirmelidir. Bu ülkede en çok barışa ihtiyacımız var. Bir arada ve kardeşçe yaşayabilmemiz için fidanlarımız toprağa düşmemeli. Her koşulda ülkenin çıkarı ön planda tutulmalıdır. Bu çıkarlara, özgür bireylerin katkısı unutulmamalıdır. Ayrıca işsiz bırakmanın bir insanlık suçu olduğu da unutulmamalıdır.
Özgür iradi katılımcı bireylerin sorunlarını, tarafların katılımıyla çözmek gerekir. Her birey, ülkesinin paydaşıdır. Bu açıdan baktığımızda; yaşama ilişkin sorunların büyük bölümünün paylaşımdan kaynaklandığı görülür. Paylaşılan yoksulluk birlikteliğin, güvenin ve dayanışmanın dayanağı olur. Paylaşımlardan kaynaklanan yoksulluk ise, öncelikle eşitsizlik ve haksızlıktır. Güveni ve birlikteliği dinamitler ve ayrışmaları körükler! Farklılaşma koşullarında küçük bir azınlık zenginliklerine yeni varlıklar katarken; büyük çoğunluk hızla yoksullaşır. Yoksulluk, tüm kötülüklerin ve olumsuzlukların anasıdır(!)
Görülen o ki, kaynak sorunu gibi bir de kaynak kullanma sorunumuz var. Bütün bunların yanı sıra en büyük sorunumuz eşitsiz paylaşımdır. Öncelikler ve kayırılanlar sorunlu bir tercihi yansıtıyor. Bu sorunlu tercihin sınıfsal olduğu görülüyor. Siyasi ve sosyal yönden katılım dayanakları ortadan kaldırılınca, kaçınılmaz olarak sorunlu bir yapı ortaya çıkıyor. Planlanarak ve istenerek, aynı anda birden çok değişken devreye sokulunca istemsiz değişimler ivmeleniyor(!) Bu olumsuz koşullarda sanki uygulanan politikalar halkın ve ülkenin yararına imiş gibi bir algı yaratılmak ve bunun üzerinden de rıza üretilmek isteniyor. Bu süreçte özgür olmayan basın, basının önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor. Gerçek bilgiye erişim gerçekleştirilemiyor. Gerçekleri bilenlerin çabaları yeterli olamıyor. Bu süreçte halkın bir kısmı küçük azınlığın güvencesi olmaya devam ediyor(!) Yasal dayanaklarının gerektirdiği işlemleri gerçekleştiremeyen kurumlarda bu olumsuz gelişmelere alet oluyor! Sıradan yığınlar, en basit yalanlarla oyalanıyor. Örgütlü cehaletin aydınlıklara saldırması sıradanlaşıyor. Ve cehennemin tüm çıkışları kapatılıyor!
Yaşanan felaketler sürecinde, halkın yanında sadece halkın olduğunu gördük.
Bana ait olan birkaç dize söz ile yazımı bitiriyorum:
Vicdan doğal hukukun temelidir.
                                X    
Sevmek, paylaşarak çoğalmaktır!
                               X
Sevmek üretmekle başlar, bu nedenle aşk emektir.
                                 X
Yorgun iple geleceğe umut bağlayamazsınız!
                                 X
Sürüklenen hayat, onu taşıyanın yüküdür!
                                 X
Yasaklar sorun çözmez, çözümsüzlüklere sorun ekler(!)
                                   X
Duygularını göstermeyen insanlar dalga yaratamaz!