İNAN­MAK GEREK.

İNAN­MAK GEREK.

İnan­mak ya­şa­mın temel da­ya­nak­la­rın­dan­dır. İnan­ma­nın büyük bö­lü­mü bek­len­ti ve umut­tur. İnan­ma­mak, dal­sız ve yap­rak­sız ağaç gi­bi­dir. İnan­mak ise, kök­le­riy­le ya­şa­ma tu­tu­na­rak, dal ve yap­rak­lar­la bü­tün­le­şen bir ken­di­ne ye­ter­lik ha­li­dir. Bu yak­la­şım inan­cı en iyi an­la­tan bir fo­toğ­raf gi­bi­dir. Bu­ra­ya kadar her şey tamam. İnan­ma­nın, ya­şa­mın ol­maz­sa ol­ma­zı ol­du­ğu sap­tan­mış olu­yor. Ama esas so­run­da bu nok­ta­da baş­lı­yor(!) Kime, neye ve nasıl inan­ma­lı­yız? Bu so­ru­la­rın ya­nı­tı; gör­dük­le­ri­mi­ze, do­ku­na­rak var­lı­ğı­nı al­gı­la­dık­la­rı­mı­za, beş du­yu­muz­la al­gı­la­yıp his­set­tik­le­ri­mi­ze ve bil­dik­le­ri­miz eş­li­ğin­de usa­vu­ruş­la eriş­tik­le­ri­mi­ze inan­ma­lı­yız. Yaşam için yap­ma­mız ge­re­ken­le­re, ya­pa­bi­le­cek­le­ri­mi­ze inan­ma­lı­yız. Somut olay, olgu ve ola­cak­lar­la ola­bi­lir­lik­le­re inan­ma­lı­yız. Ku­lak­tan ku­la­ğa ak­ta­rı­lan soyut va­ro­luş söy­len­ce­le­ri­ne inan­ma­mak ge­rek­ti­ği­ni görüp an­la­ya­rak, somut ge­rek­li­lik­le­re ve ya­şa­mın sür­dü­rü­le­bil­me­si için ge­rek­li olan­la­ra inan­ma­lı­yız! Böyle bir inanç yolu iz­ler­sek, inan­ma ol­gu­su­nun var­lık­lar­la bir­lik­te baş­la­dı­ğı­nı kav­ra­rız. Var­lık­la­rı gör­mez­den gelen veya yok sayan bir inan­ma ol­gu­su ola­maz! İnan­ma­nın te­me­lin­de var­lık­la­rın ol­du­ğu ger­çe­ği­ni bi­lin­ce ta­şı­ma­lı­yız. İnan­mak son be­lir­le­me­de var­lık­la­rın var­lı­ğı­nı sür­dü­re­bil­me­si için ge­rek­li­dir. Var­lık sür­dü­rü­mü, ya­şa­ma iliş­kin temel hak­la­rın gö­ze­til­me­si ile ola­nak­lı­dır. Ya­şa­ma say­gı­nın ge­rek­li­li­ği bunu ge­rek­ti­rir. Bu kap­sam­da, ya­şa­mı al­gı­lar­ken, tür ay­rım­cı yak­la­şım­lar­dan ka­çın­ma­lı­yız. Do­ğa­da­ki ya­ra­tı­cı­lar, do­ğa­nın tü­re­vi olan var­lık­lar­dır…
Sorun inan­mak­ta veya inan­ma­mak­ta değil, asıl sorun inan­cı­nı ka­tı­laş­tı­ra­rak de­ği­şik­li­ğe ve es­nek­li­ğe şans ta­nı­ma­ya­rak olası ya­şam­la­rın yo­lu­nu kes­mek­tir. Sı­fır­dan inan­ca yö­ne­le­bil­mek, inan­cın es­nek­li­ği­ni gös­te­rir. İnanç, var­lık sür­dür­me­nin, çev­re­sel ko­şul­la­rın et­ki­si ve kat­kı­sıy­la olu­şan ve ön ka­bul­le­re da­ya­nan bir var­sa­yım­dır. Bu­ra­da yaşam için ol­ma­sı ge­re­ken­ler­le ya­şa­mı et­ki­le­yen tüm ko­şul­la­rın ke­siş­ti­ği ya da bir­leş­ti­ği bir nok­ta­dan söz edi­yo­ruz. Bir­den fazla de­ğiş­ken aynı po­ta­da bu­lu­şun­ca veya bu­luş­tu­ru­lun­ca, amaca dönük şey­le­rin yo­ğun­lu­ğu artar. Yo­ğun­luk­lar bir­lik­te­lik­le­ri pe­kiş­ti­rir­ken, var­sa­yı­lan ay­rı­ca­lık­la­rı do­ku­nul­maz­lık­la­ra dö­nüş­tü­rür. Bunun adı “tabu” yani do­ku­nul­maz­lı­ğı olan ya­sak­lı alan­dır. Yasak, do­kun­ma­yı ol­du­ğu gibi ir­de­le­me­yi ve so­ruş­tur­ma­yı da ya­sak­lar(!) Biat denen şey, bu nok­ta­da dev­re­ye girer. Ka­bul­cü­ler için genel geçer emir şöy­le­dir; “Soru sorma, itaat et!” Ruh­ban­lar bu ya­ra­tıl­mış do­ku­nul­maz­lık alan­la­rın­da, ege­men­le­rin hak­sız ve hu­kuk­suz çı­kar­la­rı­nı gü­ven­ce­ye almak için çaba har­car­lar. Bu rıza üret­me ça­ba­la­rı­nın kar­şı­lı­ğı­nı faz­la­sıy­la ala­rak; üret­me­den ve ya­rat­ma­dan el konan üre­tim­ler­den pay­la­rı­nı ala­rak ge­le­cek­le­ri­ni gü­ven­ce­ye alır­lar. Da­ha­sı, güç­le­ri­ni bir­leş­ti­re­rek inanç hol­ding­le­ri oluş­tu­ra­bi­lir ve onlar ara­cı­lı­ğıy­la da yö­ne­tim­ler­de söz sa­hi­bi ola­bi­lir­ler. Ay­rı­ca tüm ya­rar­sız ve za­rar­lı gi­ri­şim­le­ri­ni sür­dü­re­bi­lir­ler (!) Bu nok­ta­da göz­den ka­çı­rıl­ma­ma­sı ge­re­ken şey, inanç­lar ki­şi­sel çı­kar­lar için kul­la­nıl­dı­ğın­da in­san­lık için za­rar­lı ol­ma­ya baş­la­ya­bi­lir…
Ge­nel­lik­le so­run­lu bir inan­ma sü­re­ci ya­şa­nı­yor. Bir şeyin ger­çek olup ol­ma­dı­ğı­nı öğ­ren­me­yip, sa­de­ce söy­le­ye­ne ba­ka­rak tavır alı­nı­yor. Bu yan­lış tavır alışı med­ya­nın büyük bö­lü­mü onay­lı­yor. Bazı ki­şi­ler yan­lış­la­rı gör­me­le­ri­ne kar­şın, ko­num­la­rı ge­re­ği, inan­mış gibi ya­pı­yor­lar. Bizim ço­cuk­lu­ğu­muz­da ger­çek­lik­le­rin ka­nı­tı ola­rak; “Radyo söy­le­di veya ga­ze­te­de çıktı…” de­nir­di.
Artık inan­mak ger­çek­lik üze­rin­den değil; konum ve ko­şul­la­ra göre tavır al­ma­la­rı ge­rek­ti­rir ol­muş­tur. Gö­zü­mü­zün içine baka baka yalan söy­lü­yor­lar. İnan­mak ile din ara­sın­da bir iliş­ki var; din sa­de­ce ina­nı­lan şey­le­rin bir kıs­mı­dır. Bu­ra­da­ki sorun, tüm ina­nı­la­cak olan şey­le­ri din üze­rin­den ta­nım­la­mak­tır(!) La­ik­li­ğin dev­re­ye gir­di­ği nokta bu­ra­sı­dır. İnan­ma­yı bir öz­gür­lük ola­rak ta­nım­la­yıp; inanç­la­rı ko­ru­yup kol­la­ma iş­le­vi­ne sahip çıkar.
İnsan­lar için sa­kın­ca­lı ola­bi­lecek inan­ma bi­çi­mi; gör­me­den, bil­me­den ve an­la­ma­dan inan­mak­tır! İşin il­ginç yanı, yı­ğın­lar en çok en az bil­dik­le­ri­ne ina­nır­lar(!) Bu tekil bir dav­ra­nış gibi gö­rül­se de inanç­la il­gi­li ko­nu­lar çok hızlı bi­çim­de ve geniş alan­la­ra ya­yıl­ma ola­na­ğı­na sa­hip­tir.
İnan­mak ya­şa­mın temel da­ya­nak­la­rın­dan­dır. İnan­ma­nın büyük bö­lü­mü bek­len­ti ve umut­tur.
Mil­li­yet­çi­ler söy­le­dik­le­ri­ne ina­nır,
Din­ci­ler inan­dı­rıl­dık­la­rı şey­le­ri söy­ler,
Dev­rim­ci­ler; gö­re­rek, do­ku­na­rak al­gı­la­dık­la­rıy­la bir­lik­te, de­ği­şi­min de­ğiş­mez­li­ği­ne ina­nır!
Diken üs­tün­de­dir köhne dünya,
Her yer ka­tık­sız zulüm bah­çe­si.
Çar­mıh­ta­ki umut can hav­lin­de­dir,
Ba­ha­rın güze çö­zül­me ça­re­siz­li­ğin­de!