HAKARET VE KÜLTÜR İLİŞKİSİ

Kendisine yapılmasını istemediklerini başkalarına yapmayan hakaretten kaçınmış olur. Bu yaklaşım, insanlık adına onurlu bir davranıştır. Konumundan güç alarak ve koşullarından yararlanarak savunmasız kişilere saldıranlar her şeyden önce kişiliksizliklerini ortaya koyarlar! Değişkenlikler nedeniyle hiç kimse konumunu sonsuza kadar koruyamaz! Üstelik bu konum tartışmalı ise, yıkım kaçınılmaz olur.

Hakaret ile kültür arasında yadsınamayacak bir ilişki var. Kültürlü birey, hakaretin bir değere veya değerlere saldırı olduğunu bilir. Kendine saygı, bu korunması gereken değerler kapsamındadır ve hatta bu hakların önde gelenlerindendir. Başkasına hakaret eden, önce kendi değerlerini yerle bir eder. “Hakkı tanıyan, haksızlığa baş eğmez!” Hakkını ve hukukunu bilen kültürlü birey, öz saygısı nedeniyle öteki kişilerin hak ve hukukunu korur. Öteki kişileri korumak için yapılan olumlu davranışlar aynı zamanda kendi kendini de korumaktır. Bu tür yaklaşımlar, söz konusu davranış sahiplerinin saygınlığını artırır. Saygınlık; hak, hukuk, adaletli davranış ve duygudaşlık yapabilmektir. Olumsuzlukları hissetmek yaşadığının ayırdında olmak iken; başkalarının sorunlarını duyumsamak da insan olmanın en önemli kanıtlarındandır. Saygınlık, bireylere verilen bir açık çektir. Bundan sonrası ise, tamamen obje olan bireyin davranışları ile ilgilidir. Ya bunları pozitif katkılarla (olumlu davranışlar) çoğaltır ya da tüketir. Yaşam kısa olduğu için, ikinci şansı bulmak mümkün olmayabilir.

Kültür ve hakaret aynı anda aynı dizgede olmaması gerekendir. Kültürün oluşumunda hoşgörü vardır. Bu hoşgörü neden, nasıl, niçin gibi insani soruların sorulmasıyla başlayan bir bilimsel süreçtir. Bu sorular yanıtlandığında, geleceğe yürüyecek bir potansiyel ivme kazanılır. Kültür insanlığın kazanımlarının bir toplamıdır. Ortalama her birey bu kültürden payını almalıdır! Sadece haksız kazançlar bu paylaşımda uzlaşma dışı kalır!

Başkalarına saldıran, son belirlemede kendisinin de bu saldırının hedefinde olduğunu göremez. Her koşulda saldırı karşı saldırıyı tetikler ve meşru kılar. Saldıranın konumu hiçbir koşulda göz ardı edilemez. Yetkili biri bulunduğu konumdan güç alarak haksız bir saldırıda bulunur ise; bu bir insanlık ve rejim sorunu olabilir!

Haksız kazançlara dayalı olarak zenginleşmeler, bazı bireylere birtakım statüler kazandırabilir. Birikimler kültürden yoksun ise; davranışlar insanlığın uzağına düşebilir! İnsanlığın uzağına düşmeler toplumsallığa aykırı olacağı için; kamu yararları ile de bağdaşması söz konusu olamaz!

Varsıllık, kültürel yeterlikten yoksun ise, hoyratlıktan kurtulamaz! Eğitimli kişilerle birlikte, bilimin yadsınması da bu kapsamdadır. Kültürsüz kazancın yolu yandaşlıktan geçiyor ise; bağımlılık ve nobranlık, varlığını dengelemek içim saldırganlaşır. Kurumların yok edilişi gibi, eğitimcilerin görmezden gelinmesi ve sağlıkçılara saldırı aynı yetersizliğin ürünüdür. Eğitimli ve bilinçli insanları düşman görmek ülke yararını yok saymak olduğu gibi, insanlık yararı ile de bağdaşmaz! Ülkeleri yok oluşa götüren bu olumsuz yaklaşımların yaygınlaşmasıdır. Aynı kapsamda tepkisiz toplumun varlığı da olumsuz gidişe katkı sunar!

İnsanlığına sahip çıkmayanlar, insanlık dışı yaşamları hak ederler! Ancak bu hak ediş sadece kendi sınırları içinde kalmaz ve çevresine yayılır. Yozlaşmanın olduğu bir yapıda insanlık yararına olması gereken kültüre daha çok ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaç aynı zamanda geleceğin güvencesidir. Bu güvence nasıl sağlanacak? Demokratik kurumların işlevlerini sürdürmesi ile. Öncelikli olarak hukukun üstünlüğünün korunması gerekir. Yargı görevini yaptığında, toplumda taşlar yerine oturur ve kültürde bundan payını alır. İşsizlik azalır, yoksulluk azalır, pahalılık kontrol altına alınır. Aynı süreçte demokratik denetim ve kontrol mekanizmaları harekete geçer ve vatandaş ödediği verginin hesabını sorar. Bu ülke hiç kimsenin babasının çiftliği değil! Durup dururken yaşanan işgaller son bulur. Sığınmacılar ve yağmacı madenciler geldikleri gibi giderler(!)