GELECEK ENDİŞESİ

Gelecek gelmeden endişesi bulur bizi,

Onlar ne kazanacaklarını hesaplarken;

Biz neler kaybedeceğimizi düşünürüz!

Biz gelmesin istesek de gelecek yine gelecek!

Bir düşün adamı; “Aklıma gelmeyen başıma gelmez!” demiş. Bu sözün kime ait olduğunu bilmiyorum ama konuya ilişkin bir okuma parçası anımsıyorum. Bir düşün adamı güneşli bir günde arkadaşı ile sohbet ederken; “Biraz sonra yağmur yağacak” demiş. Arkadaşı gökyüzüne bakarak yağmur olasılığı olmadığını söylemiş. Bir süre sonra düşün adamının eşi, bir leğen suyu kocasının başından aşağı dökmüş. Bilgin arkadaşına; “Gördün mü bak, yağmur yağdı. “demiş.

Farkındalık düzeyi görece yüksek olan insanlar bir takım olay ve olguları olmadan görebilirler. Öngörüler ve gelecek tasarımları geleceğe ilişkin ön önlemleri alınabilir kılar. Yaşamı sadece anlamak ve yorumlamak değil, olabileceklere müdahil olmak önemlidir. Burada öngörünün iradi müdahale ile yaşama müdahil olması söz konusudur. Vasat bireyler öngörü fukarası olan kişilerdir. Genellikle doğrudan yaşantılarını etkileyebilecek olayları bile tam olarak göremezler. Yaşama köstek olan, soru sormanın baskılanmasıdır. Kul olmak, ümmet olmak böyle bir açmazı işaret eder. Sorusu az olanın gerçeği de az olur… “Allah bilir” yanıtı soru tıkacıdır(!) Kendisine verilen beynin anlam ve önemini kavramamaktır(!)

 Görünür olan gelecek iyi bir gelecek değilse, gelmeden etkisi algılanır olur. Bu durumu anlatmak için ben girişteki dörtlük ile konuyu vurgulamak istedim. Giriş dizesindeki; “Gelecek gelmeden endişesi bulur bizi,” Bu söylem gelme olasılığı yüksek olan istenmeyen olayları vurgulamak için söylendi. Şu andaki durumu irdelersek, toplumun % 1’inin tüm olanaklara erişiminin olduğunu görürüz. Bu %1’lik kitlenin çevresinde kendisine yer bulan % 10’luk kesim dışında kalanlar için gelecek istenir olmaktan uzaktır.

Kamunun elinde olan tüm üretim birimleri bir biçimde elden çıkarıldı. Şimdi sıra elde kalanlarda. Tarlalar, tarım araç ve makinaları, arsalar ağır ağır elden çıkarılacak. En kritik eşik, barınakların yani evlerin elden çıkarılma zorunluluğudur. Bu servet transferi; düşük gelir, işsizlik, pahalılık ve adaletsiz bölüşümle devam edecek. Madenci yağması meraların elden çıkmasına ve imar izinleri, arsaların birkaç spekülatörün eline geçmesine neden olacak. Finans kapital ağır ağır bütün varlıkların tek sahibi olacak(!) Aynı süreçte okuma ve sağlıkta özellerin payı hızla artacak. Okumanın güvencesi olan devlet sorumluluğu ve desteği yavaş yavaş azaltılırken; sosyal devlet tamamen yok edilecek. Kelimenin tam anlamıyla; “paran kadar sağlık”, “paran kadar eğitim” sürecine girilecek. Bu istenmeyenlerin en olumsuzu barınma sorunu olacak. Bu süreçte normal vatandaşların ev sahibi olmaları hayal olurken, ev sahiplerinin büyük bölümü de evlerini elden çıkarmak zorunda kalacak. Bütün bunlar farklı koşullarda ve farklı zaman dilimleri içinde olacak. Bu şekilde olacak olanlar, sorun ortaklığının ve çözüme yönelişin engeli olacak. Halk için olması gereken devlet önceliği sermayeye tanıyınca, tamamen sermayenin güdümüne girecek. Kimsesizlerin kimsesi olan cumhuriyet ortadan kaldırılacağı için, yığınlar çaresiz ve çözümsüz kalacak. Kelimenin tam anlamıyla egemenler ülkeye egemen olmuş olacak(!)

Sözün özü şu; bu olumsuz ve istenmeyen gidiş bir biçimde durdurulamaz ise, yığınlar geleceksiz kalacak! Toplumsal düşüşte “dip” olmadığı için, yoksulluğun eşlik ettiği yok oluşlar yaygın biçimde insanlarımızın kapısını çalacak. O zamana kadar barınacak bir yerleri ve arkasında kendilerini güvende hissedebilecekleri bir kapıları kalırsa…Bu görünen gelecek için tek çıkış, haklarına ve hukukuna sahip çıkarak örgütlenmektir. Yaşamın her alanında varlık sürdürme temelli örgütlenmelerin yaşama geçirilmesi, bir gereklilik olmanın da ötesinde kesinlikle kaçınılmazdır! Yaşamak ve varlığını sürdürmek için örgütlenmekten ve direnmekten başka seçenek yok!