EMPERYALİZM VE ÜMMET(!)

Emperyalizm nedir? Emperyalizm bir güç odağının her türlü malzemeyi kullanarak,
erişiminde bulunan öteki odakları, bünyesine katarak soğurmasıdır; yani çığ yola çıktığında,
yolunun üstünde bulunan bütün ötekileri bir biçimde bünyesine katar. Çığ yolda büyür,
emperyalizm ise, büyüdükçe çığ olur! Emperyalist oluşum bir takım kontrol mekanizmaları oluşturmuştur. Bunların en görünür olanı siyasi kontroldür. Normal koşullarda nitelikli insanların niteliklerinden yararlanılır. İş emperyalizmin alanına girince, bazı insanların nitelik sizliklerinden yararlanılır. Kendi çıkarı için ülkesini satmaya hazır olan kullanışlı aptallar emperyalizmin vazgeçilmez aparatlarındandır. Proje partiler emperyalizmin temsilcisi olan iç işgalcilerdir(!) Ülkelerini emperyalistlerle birlikte yağmalarlar. Sömürge madenciliği bunun tipik örneklerindendir. Kaz Dağlarından kazanılanların üstüne birkaç katı konsa bile o
güzelim doğayı; havayı, suları, bitkileri geri getirmek mümkün değildir.
Ekonomik sömürü için görece üstünlükler önemlidir. Bunun için gelişmişliğin belli düzeylere erişmesi gerekir. Teknolojik gelişim çok büyük avantajlar sağlar. Ancak bu alanda da silah sanayii, enerji sektörü, ilaç sanayi önemli dayanaklardır. Bu sanayilerin gerek duyduğu hammaddeleri emperyalistler kontrol ettikleri havzalardan sağlar. Eskiden gelişmiş ülkeler bu gereksinimlerini karşılamak için işgal yoluyla sorunu çözmeye çalışırdı. Şimdi işgal fiili olmaktan çıktı. Yandaş proje partileri, ekonomik olanaklar ve kültürel baskılamalar belirleyici olmuştur.
Emperyalistlerin bağımlı ülkelerden bekledikleri; bana karşı çıkmayacaksın, benim istediklerimi harfiyen yapacaksın(!) Güvenlik güçleriniz, ülkenizdeki çıkarlarımızın
güvencesi olacak(!) Ülkede sağ fanatik unsurlar, bizim kurdurduğumuz unsurlara katılacak.
Yurtsever, sol ve sosyalist hareketlerin oluşmasına ve gelişmesine fırsat tanınmayacak!
İnançlarda bizim istediğimiz(ılımlı) gibi olacak(!)
Ortadoğu’da emperyalist çıkarların güvencesi aynı bölgede yaşayan halklardır. Bu bölge maddi değerlerin(kaynaklar) elde edilmesi ve korunması inanç temelli yapıları ele geçirmekle başlar. Temel kural değişmemektedir; böl, parçala ve yönet(!) Bölme olgusu varlıklar temelinde gerçekleştirilmektedir. Yoksul bırakılan insanların temel görevi inanç bekçiliği yapmaktır. Ülkesinin kaynakları yağmalanırken sesi çıkmaz ama, inancına dokunursan parlar!.. Bu inançsal ayrışmalara mezhepler yetmiş olacak ki; pıtrak gibi tarikatlar türetilmiştir. Aslında bu oluşumların temelinde paylaşımdan pay alma talepleri yatar.
Kültür farkı, azımsanmayacak bir farklılıktır. Yaşama ilişkin istem ve beklentiler toplamıdır.
Farklı bir biçimde ifade edersek; kültür bir yaşam ideolojisidir. İnançlar yaşama egemen kılındığında; inançlar insanların yararlanacağı bir araç olmaktan çıkar ve inanç, yaşam amacına dönüştürülmüş olur. Ümmet denen olgu bu iklimde yaşam alanına sokulmuş olur.
Ümmet olgusunda varsayılan ortak paydalar homojen değildir. Farklılıkların zoraki birlikteliği söz konusudur ve uzlaşma göz ardı edilir. Bu olgu kendi içinde fırsat eşitliğini değil, ayrışmaları, ötekileştirmeleri ve farklı oluşumları tetikler. Gerisi, erk kullanıcının belirleyiciliğine bırakılır. Böyle bir yapılandırmada güven ve adaletin olması olası gözükmemektedir. Dört Halifenin üçü suikasta kurban gitmiştir(!)12 İmam’ın sekizi suikasta kurban gitmiştir.
İnancı yaşamın temeli olarak algılayanlar, yaşamı buna göre düzenlemek istemektedirler.
Oysa inancın aynılığı her koşulda tartışmalı bir konudur. İnançların kural ve ilkeleri aynı kabul edilmesine karşın, uygulamalar kişiseldir. Asıl önemli konu ise, birincil kaynak aktarımı yerine aktarıcıların belirleyici olmalarıdır. Her aktarım ya aşınma ya da eklemelerle maluldür(!) Baskın kişiliklerin baskı altına alma potansiyelleri yabana atılmamalıdır ki; tarikat olgusuna bu açıdan bakmak gerekir.
Genellikle görecelik örtük veya açık olarak çatışır. Bu parçalı yapı, farklı biçimlerin ortaya çıkmasına neden olur. Kişi temelli inanç öbekleri oluşur. Bu oluşumlar, kişisel çıkarları güvenceye alan ve katı kurallarla yönetilen gettoların oluşmasına neden olur.

Sonuç olarak ümmetçilik, gerçeklikten koparılan yığınların; güvenceye alınmak istenen çıkarların gönüllü koruyucuları olarak, istenildiği biçimde sevk ve idare edilmesine hizmet eder. Yığınlar, kendilerinden beklenenleri yerine getirecek olan hazır kıtalardır.